Malkarlıların eski tarihi hakkında bazı önemli noktaları, bazı seyyahların eski dönemlerde Malkarlılar hakkında yazmış oldukları izlenimlerinden öğrenebilmekteyiz. Kuzey Kafkasya’yı işgal eden kavimler ve özellikle de Çarlık Rusyası tarafından Kuzey Kafkasya hakkında toplanan materyallerin saklandığı arşivler, Malkarlıların XIX-XX. yüzyıl tarihini ortaya koymamızda büyük katkı sağlamaktadırlar. [Sayı: 173, s. 39] Malkar halkının tarihi, birçok halkın tarihinde olduğu gibi, destan, efsane, hikaye ve halk şarkıları ile sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü Malkarlılar eskiden kendilerine ait bir yazı sistemine sahip olmadıkları için yüzyıllar boyunca yaşadıkları olayları hikayeler ve halk şarkıları yoluyla belleklere kaydetmişlerdir. Bu yüzden Malkarlıların eski tarihi ancak folklor ürünlerinin yardımıyla ortaya konulabilmektedir.
Fakat, Maksim Gorki’nin dediği gibi, milletlerin folklor ürünleri ile onların gerçek tarihi arasında çok yakın bir bağlantı vardır. Öte yandan, Malkarlıların yaşadığı olaylar destan ve hikayelere aynen ve gerçekçi bir şekilde değil de, çoğu kez değişerek ve bazen de abartılı bir şekilde geçtiği için sadece folklor ürünlerini esas almak tabii ki yanıltıcı olacaktır. Bu yüzden arkeolojik kazılarda bulunan ev eşyaları, silahlar, mezar taşları, elbiseler ve bunun gibi eşyaların Malkarlıların eski tarihinin açıklanması bakımından büyük önemi vardır.
Malkarlıların eski tarihi hakkında bazı önemli noktaları, bazı seyyahların eski dönemlerde Malkarlılar hakkında yazmış oldukları izlenimlerinden öğrenebilmekteyiz. Kuzey Kafkasya’yı işgal eden kavimler ve özellikle de Çarlık Rusyası tarafından Kuzey Kafkasya hakkında toplanan materyallerin saklandığı arşivler, Malkarlıların XIX-XX. yüzyıl tarihini ortaya koymamızda büyük katkı sağlamaktadırlar.
Malkarlılar yaşadıkları coğrafya yönüyle diğer Kuzey Kafkasyalı kavimlerden bazı farklılıklar gösterdikleri için, Malkarlıların eski tarihiyle ilgili bilgiler ne yazık ki mevcut değildir. Malkarlıların etnik kökeni, tarihi ve kültürü çok iyi bir şekilde araştırılmadığı için ve konuyla ilgilenen bilim adamlarının ortaya sürdükleri görüşler çoğu kez birbirleriyle bağdaşmadığı için Malkarlıların eski tarihinin yazılması işi oldukça zorlaşmaktadır.
Bazı bilim adamları, Malkarlıların çok eski tarihlerden beri Kuzey Kafkasya’da yaşadıklarını kabul etmeyerek, Malkarlıların Kuzey Kafkasya bölgesine Orta Asya, İdil ırmağı civarı, Kırım ve Türkiye’den [Anadolu] yakın tarihlerde geldiklerini ileri sürmektedirler. Öte yandan bazı bilim adamları da, muhtelif dönemlerde Kuzey Kafkasya’yı istila eden kavimlerden geriye kalan bakiyelerin bugünkü Malkarlıların etnik kökenini oluşturduğunu ileri sürmektedirler.
Malkarlıların etnik kökeni hakkındaki doğru görüş, 1959 yılında Kabardey-Malkar Bilim ve Araştırma Enstitüsünün düzenlediği bilim sempozyumunda ortaya konulmuştur. Bu sempozyuma, Moskova’dan, Leningrad’dan, Dağıstan’dan ve Gürcistan’dan bilim adamları katılmışlar ve vardıkları sonuç şöyle olmuştu: “Malkarlıların etnik oluşumu çok uzun bir zaman sürecinde tamamlanmıştır. Tarih boyunca Kuzey Kafkasya’da yaşamış olan birçok kavimin Malkarlıların etnik oluşumunda payı vardır.”
Yıllardır tartışılan Malkarlıların etnik oluşumu konusunda ortaya konulan bu görüşün doğru olduğunu söylemek mümkündür. Kafkasya tarihi ve kültürü hakkında çalışmalarıyla tanınan meşhur bilim adamı E.P. Alekseyeva bu konuda şunları söylüyor: “Karaçay-Malkar halkının etnik oluşumu, XIII. yüzyıl sonları ile XIV. yüzyıl başlarında, bugünkü Kabardey-Malkar ve Karaçay-Çerkes cumhuriyetlerinin dağlık bölgeleri ile bugünkü Karaçaylılar ile Malkarlıların yaşadığı topraklarda tamamlanmıştır. Karaçay-Malkar halkının etnik oluşumunda [Kuban kültürünü oluşturan kavimin torunları] Kuzey Kafkasya’nın yerli kavimleri, Alan, Bulgar ve Kıpçak gibi Türk kavimleri pay sahibidirler. Bize düşüncemize göre, Kuzey Kafkasyalı yerli unsurlar ile dışarıdan gelen İranî ve Türk kökenli unsurlar birbirleriyle karışarak Malkar halkını meydana getirmişlerdir. Böylelikle bugünkü Malkarlıların etnik oluşumunda, Kuzey Kafkasyalı yerli kavimlerin, Alanların, Bulgar ve Kıpçak Türklerinin pay sahibi olduğu ortaya çıkmaktadır. Malkarlıların etnik oluşum süreci XIII-XIV. yüzyıllar arasında tamamlanmıştır.” E.P. Alekseyeva’nın görüşlerinden ortaya, Malkarlıların Kuzey Kafkasya’nın kadim kavimlerinden biri olduğu sonucu çıkmaktadır.
[s. 40] Biz şimdi, Malkar halkının etnik oluşumunun nasıl meydana geldiğini, bazı tarihi gerçeklere dayanarak, kendi görüşümüzü ortaya koymaya çalışalım. Bilindiği üzere, XIV. yüzyılda Altın Orda Devleti, “Kök Orda” ve “Ak Orda” şeklinde bölünmüştü. İtil [Volga] ırmağı civarı ve onun batı tarafındaki topraklar ve Kırım ile Kuzey Kafkasya bölgeleri Kök Orda Devletinin hakimiyetinde bulunuyordu. Arap seyyah El-Ömeri’nin söylediğine göre, Moğolların hakimiyetinde bulunan kavimlerin arasında en kalabalık ve güçlü olanı “Kıpçaklar” idi. Kıpçakların sahip olduğu topraklar oldukça genişti. Daha sonra Tatar-Moğollar bu toprakları istila ederek Kıpçakları hakimiyet altına aldılar. Ancak Moğolların nüfusu Kıpçaklara oranla daha az olduğundan dolayı, Moğollar zamanla Kıpçaklar ile karıştıktan sonra kendi dillerini kaybettiler ve tamamen Kıpçaklaştılar.
XIV. yüzyılda Kök Orda Devleti’nin başında Tohtamış Han bulunuyordu. Kalka ırmağı civarında Mamay Han’ın ordusunu da yendikten sonra, Tohtamış Han’ın hakimiyet alanı oldukça genişlemişti. XIV. yüzyıl sonlarında, Ak Orda Devleti ile bugünkü İran ve Azerbaycan toprakları üzerinde hak iddia eden Emir Timur ile Tohtamış Han arasında büyük savaş cereyan etmiştir. 15 Nisan 1395 yılında, Terek ırmağı civarında, batı yönünden gelen Tohtamış Han’ın ordusu ile doğu yönünden ve Derbent üzerinden gelen Emir Timur’un ordusu arasında geçen savaşın bizim konumuzla çok yakın ilgisi vardır.
Tohtamış Han’ın ordusunda Tatarlar [Moğollar], Kıpçaklar, Ruslar, Bulgarlar, Mokşalar, Başkurtlar, Alanlar, Çerkesler ve Kırımlılar yer alıyordu. Emir Timur’un ordusu da oldukça kalabalıktı. Ali Yezidi’nin söylediğine göre Emir Timur’un ordusunun sol kanadı Mingitav’ın [Elbruz] çok yakınında, sağ kanadı ise Hazar denizi kıyısında bulunuyordu. Bu ifadeler kısmen doğru olmakla birlikte biraz abartılmıştır. Bana göre, Ali Yezidi yanlışlıkla Kazbek dağı yerine Mingitav [Elbruz] demiştir. Doğrusu Kazbek dağı olmalıdır.
İki büyük ordu arasında cereyan eden bu şiddetli savaşta mağlup olan taraf Tohtamış Han’ın ordusu olmuştur. Ali Yezidi’nin söylediğine göre, Tohtamış Han mağlup olduktan sonra ordusuyla birlikte batı yönüne doğru kaçmaya çalışmışsa da bunu başaramamıştır. Tohtamış Han’ın ordusuna bağlı bazı birlikler merkez karargahı ile olan bağlantılarını kaybetmişler ve on bin askerden teşekkül olan askeri birlikler küçük gruplara bölünerek başlarındaki beyleriyle [komutanlarıyla] batıya doğru kaçmaya başlamışlardır. Bu kaçış sırasında Tohtamış Han’ın paramparça olmuş ordusuna bağlı askeri birliklerden bir bölümü, özellikle de Bulgar ve Kıpçak kökenli askeri birlikler, mir Timur’un ordusu tarafından tamamen yok edilme korkusuyla, Kuzey Kafkasya dağlarının arasında bulunan dar vadilerden birine sığınmış olabilirler. Bu askeri birliklerin sığınabilecekleri en yakın ve elverişli yer Çerek vadisidir.
Emir Timur’un ordusu, Tohtamış Han’ın kaçmakta olan askeri birliklerinin büyük bir kısmını ortadan kaldırırken, Çerek ırmağı civarındaki dar vadilere sığınarak kendilerini kurtarmayı başaran Bulgar ve Kıpçak kökenli askeri birlikler ise öteden beri buralarda yaşamakta olan bazı yerli kavimlerle karışarak, yeni bir kavimin, yani Malkarlıların etnik oluşumunu başlatmışlardır.
Bizim bu görüşümüz, Malkarlıların etnik oluşumunun nasıl meydana geldiği hakkında, V.İ. Abayev, T.H. Kumukov ve E.P. Alekseyeva’nın ortaya koydukları görüşler ile aynı yöndedir ve onlarla çelişmemektedir. Öte yandan, ortaya koyduğumuz bu görüşü destekler mahiyette bazı yeni görüşler ileri sürülebilir. Sözgelimi, daha önceden Çerek vadisinde yaşamakta olan bazı [s. 41] Kuzey Kafkasyalı yerli kavimlerin, Kıpçak [ve Bulgar] dilini bu şekilde öğrenmiş olmaları mantık olarak akla yatkındır. Yoksa onların daha önceden Türk dilleriyle bir bağlantıları olmamıştır. Öte yandan, Anadolu ve Kırım Türkleri defalarca Kafkasya’ya gelmişlerdir. Fakat onların, Malkarlıların yaşadığı dar vadileri hiçbir zaman ziyaret etmedikleri tarihte sabittir. Malkar vadilerinde yaşayanlar da, dar vadilerden dışarıya çıkıp, başka kavimlerle pek fazla ilişki içerisinde olmamışlardır.
Malkarlıların bugünkü dili ile tarihte anlatılan Kıpçakların dilinin tamamen aynı olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü, Malkar dili, temeli Kıpçak ve Bulgar dilleri olmakla birlikte, komşu Kafkas kavimlerin dillerinden etkilenmiş ve onlardan çok sayıda söz almıştır. Moğolların kendi dillerini kaybederek “Altın Orda Devleti” adıyla hakimiyet altına aldıkları Kıpçakların dillerini alması gibi; Emir Timur’un ordusundan kaçarak Çerek vadisine sığınan Tohtamış Han’ın Kıpçak kökenli askeri birlikleri de, eğer var ise, buradaki yerli halkla karışarak onların eriyerek Kıpçaklaşmalarına neden olmuşlardır.
Malkarlılarda “sabançı” [çiftçi, rençber] ve “ortakçı” [kiracı, ortakçı] gibi terimler bugün bile yaşamaktadır. Bunun gibi terimler ve Malkarlıların eski toplumsal yapısının, XIII-XIV. yüzyıllarda Kök Orda Devletinden miras kalmıştır.
Eskiden Malkarlı kadınların giydiği güzel başlıklara “boka” deniliyordu. Bu başlık aynı adla Kök Orda Devleti’ndeki kadınlar tarafından da kullanılıyordu.
Malkarlıların eski sözlü halk edebiyatında görülen bazı insan adları, Malkar ve diğer Kuzey Kafkasyalı kavimleri orijinli değildir. Sözgelimi Şırdan, Açemez, Barak, Batıraz, Satanay, Debet, Gezoh ve bunun gibi adlar Kuzey Kafkasya kültürüne dışarıdan gelmişlerdir. Bu adlar Orta Asya’da [Ak Orda Devleti’nde] kökenli olup, Kök Orda Devleti’ne geçmiş ve daha sonra da onlardan Malkarlılara geçmiştir. Yine, Kuzey Kafkasya Nart destanlarında “Han”lar çokça anlatılır. Halbuki, Kafkasya’da hiçbir zaman “Han” olmamıştır. Bütün bu örnekler de bizim ileri sürdüğümüz görüşü desteklemektedir.
Malkarlıların etnik oluşumunun meydana gelmesinde, Altın Orda Devleti’nden gelen Kıpçakların en önemli unsur olduğunu, Malkar ülkesinin adı da desteklemektedir. Bilindiği gibi “Malkar” adı önceleri, bugünkü Çerek vadisinde yaşayan halkın kavim adı olarak değil, yer veya ülke adı olarak kullanılıyordu.
Malkarlıların tarihini araştıran bilim adamlarının söylediğine göre, Malkarlıların etnik oluşumu ilk önce Çerek, yani Malkar vadisinde meydana gelmeye başlamıştır. Zamanla nüfusun çoğalması ve burada sosyal tabakalaşmaların ortaya çıkmasıyla, Malkar [Çerek] vadisinde yaşayanların bir kısmı buradan çıkarak Holam, Bızıngı, Çegem, Baksan vadilerine ve Balık ırmağı civarına yerleşmişler, buralarda yeni köyler kurmuşlar ve kendilerine de kavim adı olarak Holamlılar, Bızıngılılar, Çegemliler, Baksanlılar gibi yerleştikleri vadilerin adlarını vermişlerdir.
“Malkar” adı tarihte ilk kez 1629 yılında bir Rus belgesinde geçmektedir. “Çegem” adını ise XVIII. yüzyıla ait bir belgede görüyoruz. 1743 tarihli bir belgede, Çegemliler, Bızıngılılar ve Holamlıların nerelerde yaşadığı yazılmaktadır. “Orusbiy” adlı sülalenin Bızıngı vadisinden Baksan vadisine göç etmesi XVIII. yüzyılın 60-80’inci yıllarında tesadüf etmektedir.
1867 tarihli bir belgede anlatıldığına göre, Baksan [Orusbiy] vadisinde yaşayanların yüzde 23’ünü Bızıngı vadisinden gelen Malkarlı Ahköbek, Gaçi sülaleleri; yüzde 21’ini Karaçay’dan gelen Açabay, Bayramkul, Tebu, Özden, Zalihan sülaleleri; yüzde 12’sini Çegem vadisinden gelen Curtubay, Bala sülaleleri; yüzde 9’unu Malkar [Çerek] vadisinden gelen Hapa sülalesi; yüzde 3’ünü Holam vadisinden gelen Alçagır, Gama sülaleleri oluşturuyordu. Baksan vadisi halkının bir kısmı da Gürcü-Svan ülkesinden [Otar sülalesi], Çerkes ülkesinden [Çerkes sülalesi], Çeçen ve Dağıstan ülkelerinden gelip yerleşmişlerdir. N.G. Volkova’nın kısa bir zaman önce yayınlanan çalışmasında bu konuyla ilgili olarak ayrıntılı bilgiler verilmektedir.
[Sayı: 174, s. 36] Malkarlıların kökeni hakkında sağlıklı bir sonuca varmamız için “Malkar” sözünün açıklanmasında fayda vardır. Malkar sözü “mal” ve “kar” şeklinde iki sözden oluşmuştur. Bu iki söz birleştirilerek okunduğu zaman ortaya “mal [hayvan] için gerekli olan kar” şeklinde bir anlam çıkmaktadır. Fakat bu açıklamanın oldukça anlamsız olduğu ortadadır.
Bilim adamları, Altın Orda Devleti dönemi Türk kavimlerinde “kar” sözünün “yer, şehir, mahalle, bölge” anlamına geldiğini olduğunu ortaya koymuşlardır. Sözgelimi, XIV. yüzyıl başlarında Altın Orda Devleti ikiye bölünerek, Kök Orda ile Ak Orda devletleri kurulduğu zaman, birincisinin [Kök Orda] adına “Boravun-kar” [Fırtınalı yer, Fırtınalar ülkesi], ikincisinin [Ak Orda] adına ise “Cavun-kar” [Yağışlı yer, Yağışlar ülkesi] deniliyordu.
Bizim düşüncemize göre, “Boravun-kar” ve “Cavun-kar” sözleri, “Cungarya, Bulgar, Kaşgar, Malkar” sözlerinde olduğu gibi, yer belirten “kar/gar” sözünün eklenmesiyle oluşmuştur. Eklenen sözlerin kök sözleri ise bu “yer”lerin “niteliğini” belirtmektedir. Böylelikle “Malkar” sözünün anlamının da “Mallı [hayvanlı, hayvanı bol] yer” veya “Malcıların [hayvancılıkla uğraşanların] yeri” olduğu ortaya çıkmaktadır.
Malkarlıların yaşadıkları yere “Malkar” adını veren halkın “kar” sözünü “yer, ülke” şeklinde anladıklarına ve onların Kıpçak kökenli olduklarına şüphe yoktur.
Kök Orda ve Ak Orda devletlerinin hakimiyet sınırları içerisinde yer alan bazı yer adlarında da “kar” sözüne tesadüf edilmektedir. Sözgelimi, Aral gölünün batı tarafındaki bir köyün adı “Çelkar”dır. Gurev’in batı-doğu tarafında bir köyün adı da “Koşkar”dır. Bu bölgelerde “Çelkar” adında bir göl ve köy de vardır. Son hecesi “kar” sözü olan yerlerin tümü Altın Orda Devletinin hakimiyet sınırları içerisinde yer alan yerlerdir.
“Karaçay” şeklindeki sözün ikinci hecesinde yer alan “a” sesinin sonradan eklendiği düşünülebilir. Malkar’da “Malkar” adında bir sülale vardır. Karaçay’da ise “Karaçay” şeklinde değil de, “Karça” adında bir sülale vardır. Yukarıda ifade edildiği gibi, “kar” sözü “Karaçay” sözünde de yer almaktadır. Bu sözün doğrusunun “Karçay” olduğunu varsayarsak, bizim haklı olduğumuz anlaşılmaktadır. Çünkü, bugünkü şekliyle “Karaçay”sözüne baktığımızda ortaya “kara-çay” [kara-ırmak] şeklinde bir anlam çıkmaktadır. Fakat Karaçay topraklarında “kara” ırmaklar yoktur. Öte yandan Kuban ırmağına dökülen çok sayıda irili ufaklı dereler vardır. Bana göre “Karaçay” sözünden “Sulu-yer, Sulak-yer” anlamı çıkarılmalıdır.
Buna benzer örneklerin sayısını çoğaltmak mümkündür. Kök Orda Devleti halkı ve Malkarlılar ile orta çağlarda yaşayan Kıpçakların dilleri, elbiseleri, sosyal örgütlenmeleri, gelenekleri, adetleri birbirlerine çok benzemektedir.
Sırası gelmişken burada, bugünkü Tatarların ve Başkurtların konuştukları dilin de Kıpçak dilinden kaynaklandığını belirtmeliyiz. Fakat milletlerin etnik oluşumunda dilin önemli bir rolü olmakla birlikte tek unsur [s. 37] olmadığı da bilinmelidir. Sözgelimi İngiltere ile Avustralya devletlerinin halkları İngilizce dilini konuşmaktadırlar. Ancak bu iki devletin halkları farklı etnik oluşumlara sahiptirler. İngilizlerin etnik oluşumunun meydana gelmesinde Britler, İskoçlar, Keltler, Yutlar, Anglo-Saksonlar, Normanlar, eski Romalılar ve eski Fransızların payı vardır. Yine, İsviçre devletinin halkı da Fransız, Alman ve İtalyan dillerini konuşmaktadırlar. XI. yüzyıla kadar Farsça konuşan Azerbaycanlılar ise yüz yıl sonra Türkçe konuşmaya başlamışlardır. Fakat yine de, milleti millet yapan unsurlar arasında yer alan coğrafya, din ve maddi kültür gibi unsurlara oranla dil unsuru çok daha önemlidir.
Bugünkü konuştukları dilleri bakımından Malkarlıların etnik oluşumunun meydana gelmesinde birçok eski kavimin payı olduğuna şüphe yoktur. Fakat burada Malkarlıların etnik oluşumunda pay sahibi olan kavimleri kesin olarak söylemek zordur. Çünkü bu kavimlerin bir kısmının Malkarlıların etnik oluşumundaki yeri fark edilemeyebilir. Bir kısmı da, Sümer, Fenike, İskit, Hazar gibi tarihten silinmiş olabilirler.
Bazı halkların etnik kökeni, o halkın destan ve hikayelerine dayanılarak yanlış ve hatalı olarak açıklanabilir. Sözgelimi, Kazan Tatarları kendilerini Moğol Hanlarının soyundan geldiklerini söylerler iken, bilim adamları Kazan Tatarlarının fizyonomisini, dillerini ve kültürlerini inceleyerek, onların etnik oluşumunda en çok İtil Bulgarlarının ve Kıpçakların etkili olduğunu ortaya koymuşlardır.
Biz konumuza yine Altın Orda Devleti ile bağlantılı olarak devam edelim. XIII. yüzyıl sonları ve XIV. yüzyıl başlarında Altın Orda Devletinin muhtelif şehirlerine dünyanın dört bir tarafından zanaatkârlar ve tüccarlar geliyorlardı. Bunların çoğu Harezm, Buhara, Ürgenç ve bugünkü Mısır devletinin olduğu yerlerden, yani İslam dininin yaygın olduğu yerlerden geliyorlardı. Önceleri şaman ve pagan inançlar ile Budizm inancının yaygın olduğu Altın Orda Devleti’nde bu zanaatkarlar ve tüccarlar İslam dininin yaygınlaşmasında oldukça etkili olmuşlardır. Mısır’daki Memlüklü Sultanları da, Altın Orda Devleti Hanlarına elçiler göndererek orada İslam dininin yayılması için uğraşıyorlardı. Sonuçta, Altın Orda Devletinde Budizm inancının yerini İslam dini almıştır. Hatta 50-70 yıl içerisinde, Berke Han ile Özbek Han dönemlerinde İslam dini Altın Orda Devletinin her tarafına yayılmış durumdaydı.
Altın Orda Devleti’nin hakim tabakası olan Moğollar ordularıyla geniş bir coğrafyaya hakimiyet kurmuşlar fakat öte yandan dillerini ve dinlerini kaybederek Kıpçaklaşmış ve Müslümanlaşmışlardır. Bu durum Malkarlıların için neden farklı olmuştur? Terek ırmağı civarında Emir Timur’un ordusuna mağlup olan Tohtamış Han’ın ordusundan kaçan ve Çerek vadisine sığınarak Malkarlıların etnik oluşumunu başlatan Kıpçak ve Bulgar kökenli askerler yüzyıllar boyunca şaman ve pagan inançlarını nasıl devam ettirmişlerdir?
Kök Orda Devleti’nde İslam dinin kabul edilişi ilk olarak devletin üst tabakasında yer alan soylular ve zenginler arasında gerçekleşmiştir. Hayvancılık işiyle meşgul olan ve sürekli olarak bir yerden başka bir yere göç eden Kıpçak ve Bulgar kabilelerinden oluşan halkı ise İslam dininden habersiz olarak şaman-pagan inançlarını devam ettirerek yaşamışlardır. Aslında ortada şaşırılacak bir durum yoktur. M.İ. Milçik’in söylediğine göre, Hıristiyanlık inancı Ruslara çok erken tarihlerde gelmekle birlikte, XVI. yüzyıla kadar pagan inançlara sahip olan Slav kabilelerinin sayısı oldukça fazlaydı.
Karaçay-Malkarlılar hiçbir zaman sadece hayvancılık işiyle meşgul olan ve sürekli olarak bir yerden bir başka yere göç eden, yani göçebe bir halk olmamışlardır. Fakat, Karaçay-Malkarlıların yiyecek-yemek kültürü ile İtil ırmağı civarında, Kuzey Kazakistan’da ve Hazar denizi civarında göçebe hayatı yaşayan Türk kavimlerinin yiyecek-yemek kültürü arasında çok benzerlik vardır. Sözgelimi, peynir ve yoğurt bunlarından biridir. Karaçay-Malkarlılar da, bu göçebe Türk kavimleri gibi, etleri parçalar halinde, büyük kazanlarda suyla haşlayarak pişiriyorlardı. Etin çorbası [et suyu] ise etler yendikten sonra içiliyordu. Bu durum bugün bile devam etmektedir. Öte yandan kesilen hayvanların parçalanmadan bütün halinde pişirildiği de nadiren görülmektedir.
Karaçay-Malkarlılar sütten elde ettikleri mamuller de, yukarıda belirtilen göçebe Türk kavimlerinin süt mamullerine benzemekteydi. En çok da, kış mevsiminde inekler sağılmadığı dönemlerde yenmek için hazırlanan “tuzluk” [tuzlanarak fıçılara konulan ve kışa saklanan yoğurt, salamura yoğurt] yemeği benzemektedir. Yerleşik kavimler sütten elde ettikleri yiyecekleri yılın belirli zamanlarında tüketiyorlardı. Göçebe kavimler ise yeni sağılan taze sütü fazla bekletmeden hemen peynir ve yoğurt yaparak tüketiyorlardı. Et ve sütle bağlantılı olarak Karaçay-Malkarlıların dilinde yer alan terimlerin tamamı Türkçe’dir.
Yeni kesilen hayvanın kanından yemek yapma kültürü genellikle göçebe Türk kavimlerinde tamamında vardır. Bu adet Malkarlıların kültüründe de vardı. Ancak Malkarlılar İslam dini kabul ettikten sonra bu adeti bırakmışlardır. Yine İslam dini kabul edilmeden önce, Karaçay-Malkarlılar avladıkları domuzların etini yiyorlardı. Fakat hiçbir zaman evlerinde domuz yetiştirmiyorlardı.
[s. 38] Yabancı seyyahların anlattığına göre, hayvancılıkla meşgul olan göçebe Türk kavimleri, yemek için kestikleri hayvanların vücudunu baltayla rasgele parça parça doğramayıp, hayvanın etlerini kemiklerin eklem yerlerinden ayırarak düzenli ve belirli bir üslupla parçalıyorlardı. Karaçay-Malkarlılarda bu üslup bugün de devam etmektedir. Eski göçebe Türk kavimlerinde, Karaçay-Malkarlılarda olduğu gibi, sofrada en kıymetli yemek, kesilen hayvanın başı [kelle] idi.
Malkarlılar evlerini, Kafkasya dağlarının getirdiği şartlardan dolayı, ağaçları az kullanıp genellikle taştan inşa ediyorlardı. Fakat evin içerisindeki ana direk [bagana], evin köşesindeki ocak ve bu ocağın taşlarının yerleştiriliş biçimi, ocağın yanında insanların oturması için hazırlanan oturma yeri, ocaktaki kazan ve ocakta kazanın asılı durması için yukarıdan sarkıtılan zincir, ocak maşası gibi eşyalar, göçebe Türk kavimlerinin yaşadıkları keçe-çadır evlerin iç dekorasyonu ile Malkarlıların taştan inşa ettikleri evlerinin iç dekorasyonunun hemen hemen aynı olduğunu göstermektedir.
Malkar halkının etnik oluşumu XIV-XV. yüzyıllar arasında tamamlanmıştır. Bu etnik oluşumda en büyük pay sahibi ise Türk dilini konuşan Kıpçaklar olmuştur. Malkarlıların bugün konuştuğu dil de Kıpçak dilidir. Öte yandan Malkarlıların etnik oluşumunda Alanlar, Bulgarlar ve bazı Kafkasyalı yerli kavimlerin payı da vardır. Prof. Dr. T.K. Kumukov çeşitli materyallere dayanarak, Malkarlıların atalarının XI-XII. yüzyıllarda Çerek ırmağı civarında yaşadıklarını ortaya koymuştur. Gerçekten de Malkarlılar çok eskiden beri, komşu kavimlerle hiçbir şekilde ilişkiye girmeden yüzyıllar boyunca Çerek vadisinde yaşamışlardır. Nüfusları çoğalıp Çerek vadisine sığmamaya başladıklarında ise buradan çıkarak Kuzey Kafkasya’nın başka vadilere yerleşmeye başlamışlardır.
XVI-XVII. yüzyıllarda Malkarlıların en çok hayvancılık işiyle meşgul oldukları artık kesin olarak bilinmektedir. Arazinin dağlık ve engebeli olmasından dolayı tarla işleriyle meşgul olmak mümkün olmadığından dolayı hayvancılık birinci işti. Malkarlılar hayvancılıktan et, süt ve yün gibi yiyecek ve giyecek elde ediyorlardı.
XVI-XVII. yüzyıllarda Malkarlılar sebzeyi ve patatesi bilmiyorlardı. Ancak XIX. yüzyılın 80’li yıllarında patates ve diğer sebzeler yaygın olarak yetiştirilmeye ve tüketilmeye başlanmıştır. XVI. yüzyılda Malkarlılar tarlalarına arpadan başka bir tahıl ekmiyorlardı. Sonraki dönemlerde oldukça yaygın olarak yetiştirilen “nartüh” [mısır] ise Malkarlılara adıyla birlikte Kabardey Çerkeslerinden gelmiştir. Bundan başka Malkarlılar yiyecek olarak, yaşadığı vadilerde tabii olarak yetişen çeşitli yemişleri, armut, elma, böğürtlen, çilek gibi meyveleri tüketiyorlar, bal kovanlarından elde ettikleri balları yiyorlardı.
Toprakları tahıl yetişmeye elverişli olmadığı için Malkarlılar bu gereksinimlerini genellikle Kabardey Çerkeslerinden karşılıyorlardı. Daşkov bununla ilgili olarak 1626 yılında şunları söylüyor: “Malkar ülkesi ile Kabardey ülkesi arasında araba yolu olmadığı için Malkarlılar Kabardey Çerkeslerinden satın aldıkları tahılları çuvallara doldurup sırtlarında taşıyarak kendi ülkelerine getiriyorlar.” Tarıma elverişli toprakların azlığı ve dağlık ve engebeli arazinin fazlalığı, kış mevsiminin uzun sürmesi, Malkarlıların tarla işleriyle uğraşmalarına engel olmuştur. Büyük zahmetlerle taşların temizlenmesi ve ağaçların kesilmesiyle elde edilen az sayıdaki düz arazileri sulama imkanı [s. 39] da yoktu. Öte yandan ekilebilir hale getirilen arazilerde yetiştirilen ürünler de çoklukla sağanak yağmurlara ve sel baskınlarına kurban gidiyordu. Bu araziler sürekli olarak doğal gübreyle beslenmedikleri takdirde zaten ürün vermiyorlardı.
Bütün bu zorluklara rağmen Malkarlılar atalarından miras kalan bu topraklarda tabiatın zorluklarına boyun eğmeyerek bu arazilerden ürün almaya çalışmışlardır. Bu yüzden Malkarlılarda eskiden az da olsa toprak sahibi olmak çok önemliydi. Malkarlıların yaşadığı vadilerde toprak sahibi olanlar toplumun üst tabakalarında yer alıyorlar, topraksız olan fakir kimseler ise toplumun alt tabakalarında yer alıyorlardı.
Malkarlılar çok az bile olsa tarıma elverişli olan arazileri mutlaka buluyorlar ve onları büyük zahmetlerle taşlardan temizleyerek ürün yetiştirmek için kullanıyorlardı. N.F. Grabovskiy bununla ilgili şöyle söylüyor: “Malkarlılar çok büyük zahmetlerle tarla ekip ürün yetiştirmektedirler. Buna tarlaların muhtelif yerlerinde üst üste yığılmış büyük taş yığınları şahitlik etmektedir.”
Malkarlılar ne kadar çok uğraşsalar da tarım işini bir türlü geliştirememişlerdir. Malkarlıların büyük zorluklarla taşlardan temizleyip elde ettikleri küçük arazilerinde iyi bir şekilde tahıl yetiştirememelerinin sebeplerinden birisi de onların tarımı ve tarım tekniklerini bilmemelerinden kaynaklanmaktadır. 1867 yılında, Malkar vadilerinin beşinin toplamından sadece 4530 çetvert arpa, buğday ve yulaf toplanabilmiştir. Bunun da sadece yüzde 6’sı buğdaydır. Fakat Malkarlılar buna bile seviniyorlardı. Çünkü bu kadar az buğday bile Malkarlıların buğday almak için iki üç kere Kabardey ülkesine gidip gelmesini engelliyordu. Malkarlıların eskiden Kabardey ülkesine bir defa gidip gelmesi 4-6 gün sürüyordu.
Malkarlılarda hayvancılık ve tarlacılık işinin gelişmesine paralel olarak ticaret işi de gelişmeye başlamıştı. Malkarlılar en çok kendi dokuma tezgahlarında imal ettikleri kumaşları satıyorlardı. Ayrıca bu kumaştan elbise ve hayvan derilerinden yamçı ile kalpak imal ederek satıyorlardı. Bütün bu işler genellikle fakir ailelere mensup kadınlar tarafından yapılıyordu. Çünkü zengin ailelere mensup kadınlar bu işleri kendilerine yakıştırmazlardı.
Malkarlılar bundan başka hayvan, deri, peynir, yağ, kurutulmuş et, ağaçtan imal edilen fıçı, tas, kaşık ve bunun gibi eşyaları da imal edip satıyorlardı. Malkarlılar imal ettikleri bütün bu eşyaları Kabardey ülkesine gidip orada genellikle tahıl ürünleriyle trampa ediyorlardı. Zamanla Kafkasya bölgesinde yollar yapılmaya başlandıktan sonra Malkarlılar bu imal etkileri eşyaları Kabardey ülkesinden başka Svanların ülkesine, Kutais’e, Prohladna’ya, Georgiyevski’ye, İssi-suv’a ve Narsana’ya götürüp satmaya başladılar.
Kabardeyler ile Malkarlıların arasında, 1818 yılında Nalçik şehrinin kurulmasından sonra, ticaret işi daha da gelişmeye başladı. Malkarlılar böylelikle ipek ve pamuklu kumaşı, sabun, kibrit, şeker, testere, balta, orak, çivi ve kürek gibi eşyaları rahatça edinme imkanını buldular.
Bütün bu gelişmeler sürecinde, Malkarlılar yavaş yavaş komşu kavimlerle ve Ruslarla ticareti geliştirmeye başladılar. Buna bağlı olarak Malkarlılar ile diğer kavimler arasında siyasi ve kültür ilişkileri artıyordu. Öte yandan Malkarlılarda ticaretin gelişmesiyle birlikte toplumdaki tabakalaşma daha da keskinleşiyor, zenginlik ve yoksulluk kavramları daha belirginleşmeye başlıyordu. Toprak ve hayvan sahibi olan zenginler, “calçı” [ücretli, işçi] olarak fakirleri yanlarında çalıştırmaya başlamalarıyla, zenginler ile fakirler arasındaki sınıf çatışmalarının ilk tohumları atılmış oldu.
A. Musukayev’e göre, XIX. yüzyıl başları ve XX. yüzyıl sonlarında, Malkarlıların eski tip büyük ailelerindeki fert sayısı 50’den fazlaydı. Bu büyük ailelerin yönetimi “baba”nın elindeydi. A. Musukayev konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Bu büyük ailelerde her ferdin yapacağı iş belliydi. Yani erkek, kadın ve çocuklar için bir işbölümü vardı. Herkes kendisi için belirlenmiş olan işleri yapmak zorundaydı.” XIX. yüzyıl sonlarında, Malkarlı büyük aileler yavaş yavaş küçülmeye başlamış, toplumdaki feodal yapı giderek ekonomik güce göre zengin-yoksul ayrımına göre şekillenmeye başlamıştı.
Malkarlılarda ekonomik hayatın gelişmesiyle birlikte toplumda zenginlik ve yoksulluk kavramları iyice belirginleşmiş ve buna bağlı olarak zenginlerin yanında ücretli çalışan fakirlerin sayısı çoğalmıştır. Bütün bu gelişmeler sonunda Malkar toplumunda çeşitli sınıflar doğmuştu. Bunlar sırasıyla “tavbiy” [prens], “karakişi-özden [asil, soylu, özgür], casakçı [vergi-haraç veren azat edilmiş köle], çagar [prensin mükafatlarıyla geçinen azat edilmiş köle], kazak [erkek köle], karavaş [kadın köle]” şeklindedir.
“Tavbiy”ler, Malkarlıların yaşadığı vadilerde siyasi ve ekonomik bakımından en güçlü ve söz sahibi olan prensler idi. Rus Çarı Nikolay daha sonra bunlara “Dağlı Starşina” [Dağlı Başkan] adını vermiştir. XVII. yüzyılda Malkar vadilerinde söz sahibi olanlar; Abay, Aydabol, Canhot, Mısaka, Süyünç, Malkaruk, Kelemet ve Orusbiy adındaki prens sülaleleri idi.
“Karakişi-özden”ler kendilerine ait malları ve mülkleri olan, toplumdaki diğer tabakalara oranla prenslere daha az hizmet etmekle yükümlü olan veya hiç hizmet etmek zorunda olmayan özgür ve soylu kişilerdir. Bunların kendilerine ait köleleri de bulunuyordu.
[s. 40] “Casakçı”lar prensleri tarafından azat edilmiş kölelerdir. Bunlar prenslerin topraklarını ve otlaklarını kullanıyorlar ve prenslere haraç-vergi ödüyorlardı.
“Çagar”lar da prensleri tarafından azat edilmiş kölelerdir. Bunlar iyi hizmet ettikleri için prensleri tarafından mükafatlandırılan ve hediye edilen [bağışlanan] topraklarla geçiniyorlardı. Bunlar prenslerin topraklarını işliyorlar ve hayvanları için ot kesiyorlardı. Ayrıca prenslerin her türlü işlerini yapıyorlardı. Çağarlar, prensleri tarafından kendilerine bağışlanan topraklardan elde ettikleri ürünlerin yarısını da prenslere vermek zorundaydılar.
“Kazak” ve “karavaş”lar ise toplumun en alt tabakasında ve en çileli hayatı yaşayan insanlardı. Bunların hiçbir şekilde özgürlükleri yoktu. Bunların kendilerine ait bir mal-mülkleri olmadığı gibi evlenme hakları bile yoktu. Bunlar prenslerin her türlü işlerini yapan kölelerdi. Prensler bunları istedikleri gibi alıp satabiliyorlardı.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Malkarlılar ekonomik bakımdan oldukça ileri bir seviyeye gelmişlerdi. Buna bağlı olarak zenginler daha da zenginleşirken, fakirler ise daha da fakirleşiyorlardı. Fakir aileler sadece Malkarlı prenslerin tahakkümünde olmakla kalmıyor, Çarlık Rusyasının Malkar vadilerine tayin etmiş olduğu Rus memurlar tarafından da eziliyorlardı. Bütün bu şartlardan dolayı 1855 yılında Çegem ve Holam vadisine bulunan fakir köylüler: “Fazla vergi azaltılsın, mera ve çayırlar herkese eşit olarak kullandırılsın” sloganıyla bir isyan çıkardılar. 1862 yılında Girhojan’ın fakir köylüleri: “Bundan sonra kimseye kölelik yapmayacağız” sloganıyla bir isyan çıkardılar. Fakat bu tip küçük isyanlar, Rus Çarlığının da yardımıyla, Malkarlı prensler ve zengin aileler tarafından kolaylıkla bastırılıyordu.
1867 yılında Malkarlılarda köleler azat edilmiştir. Aslında Malkarlılarda kapitalizm aşamasına geçecek kadar feodal yapı gelişmemiş ve yerleşmemişti. Bu bakımdan kölelerin azat edilmesi için zaman erkendi. Malkarlılarda, Çarlık Rusyası’nın tahakkümüne karşı ayaklanabilecek, gerçek anlamda bir işçi sınıfı da mevcut değildi. Fakir köylüler tarafından çıkarılan bu küçük ve zayıf isyanlar, Malkarlılardaki feodal yapıyı yerinden oynatacak güçte değildi. Öte yandan Çarlık Rusyası da, Malkarlılardaki feodal yapının devam etmesinden yanaydı.
Malkarlılarda kölelerin azat edilmesiyle birlikte, fakir aileler tarafından çıkarılan isyanlar daha da şiddetlenmeye başladı. Bunun sebebi, kölelerin azat olabilmesi için, her kölenin sahip olduğu mal-mülkünün bir bölümünü bağlı olduğu prense vermesi şartıydı. Köleler bunu yapmadığı takdirde, prenslerinin yanında yıllarca kölelik yapmaya devam etmek zorunda kalacaklardı. Bu dönemde köleler azat olabilmek için 76 prense toplam 1,5 milyon ruble ödemeleri gerekiyordu. Kölelerin azat edilmesinden sonra, Malkarlıların ekonomik hayatı daha da canlanmış ve gelişmiştir. Kölelerin azat edilmesinden 28 yıl sonra, 1895 yılında, Malkarlılarda at ve koyunların sayısı 2 kat, sığırların sayısı 3 kat artmıştır. Her yıl Malkar’da 400 arşın kumaş dokunmuştur. Durum bu şekilde gelişmekle birlikte, Malkarlı prenslerin köylüler üzerindeki tahakkümü henüz tamamen sona ermemişti. Toplumda tabakalar arasındaki çatışmalar bütün şiddetiyle devam etmekteydi. Çünkü, Malkarlılardaki işlenilebilir ve en verimli topraklar ile hayvanların otlatıldığı mera ve çayılar halen prenslerin elindeydi.
XX. yüzyıl başlarında, Malkar ülkesi ile Kabardey ülkesi arasında araba yolu inşa edilmişti. Bu gelişme, Malkarlıların refah seviyesinin artmasını sağlamıştır. Ayrıca Malkarlılar yaşadıkları dar vadilerde sıkışıp kalmamış ve komşu kavimlerle siyasi, ekonomik ve kültür ilişkilerini geliştirme imkanını bulmuşlardır. Köylerde açılan dükkanlarda, kıymetli ve az bulunan “Rus eşyaları” artık eskiye oranla daha rahat bulunabiliyordu.
Malkarlılarda kölelerin azat edilmesinden sonra, fakir köylüler durumlarını düzeltmek için canla başla çalışmaya başladılar. 1906-1907 yıllarında fakir köylüler, köy başkanlarına boyun eğmeyeceklerini ilan ederek bir isyan çıkardılar ve zengin ailelerin mal-mülklerini yağmaladılar. Fakat bu isyan hemen bastırıldı. İyi örgütlenmediklerinden dolayı bu isyanlar pek fazla bir şeyi değiştirmiyordu. İsyanlar bastırıldıktan sonra isyancılar muhtelif çalışma kamplarına ve genellikle de Sibirya dolaylarına gönderiliyordu. Bu dönemlerde Malkarlılarda “abrek”lerin [dağa çıkma, eşkiyalık] sayısı oldukça fazlalaşmıştır.
_________________________________________________________________
A. Mokayev, Malkar Halkının Tarihi, Çeviren: Adilhan Adiloğlu,
TDAV Tarih Dergisi, Sayı: 173 [s. 39-41], Sayı: 174 [s. 36-40], İstanbul, 2001
_________________________________________________________________