Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Debet'in özel bir yeri vardır. Debet'in sahip olduğu mitolojik özellikler ve olağanüstü yetenekler, onu diğer Nart kahramanlarından farklı kılar. Bu yüzden olmalıdır ki, Karaçay-Malkar Nart kahramanları ilk önce Debet'le başlar. Debet, Karaçay-Malkar Nart destanlarına göre, gök tanrısı ile yer tanrısının oğludur. Tanrılar ilk olarak Debet'i yaratmışlardır ve diğer Nartlar Debet'ten türemişlerdir. Tanrıların oğlu olan Debet'in kalbi ve kanı ateşten yaratılmıştır. Debet sadece ilk Nart değil, aynı zamanda Nartların hem ilk demircisi, hem de ilk öğretmenidir.
I. Nartların Demircisi Debet
[s. 20] Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Debet'in özel bir yeri vardır. Debet'in sahip olduğu mitolojik özellikler ve olağanüstü yetenekler, onu diğer Nart kahramanlarından farklı kılar. Bu yüzden olmalıdır ki, Karaçay-Malkar Nart kahramanları ilk önce Debet'le başlar. Debet, Karaçay-Malkar Nart destanlarına göre, gök tanrısı ile yer tanrısının oğludur. Tanrılar ilk olarak Debet'i yaratmışlardır ve diğer Nartlar Debet'ten türemişlerdir. Tanrıların oğlu olan Debet'in kalbi ve kanı ateşten yaratılmıştır. Debet sadece ilk Nart değil, aynı zamanda Nartların hem ilk demircisi, hem de ilk öğretmenidir.
Tanrılar, Debet'i Elbruz dağının eteklerinde yaratmışlardır. Debet, demir madenini ve demirden çelik yapmasını orada öğrenmiştir. Debet, demirin ve diğer madenlerin dilini bilmekte, onları kendi çıplak elleriyle döverek kolayca işleyebilmektedir. Ayrıca kuşlarla ve diğer yabani hayvanlarla konuşabilme yeteneğine sahiptir. Kılıç, balta, mızrak, ok gibi silahları, silah işlemeyen zırhları ve at nalını ilk defa Debet yapmıştır. Eğer, Debet'in yaptığı silahlar olmasaydı Nartlar düşmanlarına karşı zaferler kazanamayacaklar ve atlarına Debet'in yaptığı nalları çakmasaydılar uzun seferlere çıkamayacaklardı. Debet'in yaptığı silahlar meteor [göktaşı] alaşımlıdır. Bu yüzden Nartların kılıçları çok sağlamdır ve vurdukları yeri kağıt gibi kesmektedirler.
Nartların demircisi Debet'in 19 oğlu olmuştur. Bunlardan en büyüğünün adı Nart Alavgan, en küçüğünün adı ise Nart Sösümek'tir. Debet'in diğer oğullarından bilinenleri; Toturbiy, Tsehni [Çehni] ve Gu'dur. Debet'in bunların dışındaki oğullarının adları unutulmuştur. Debet'in oğulları içinde en meşhur olanı ve destanlarda en çok anlatılanı Nart Alavgan'dır.
Karaçay-Malkar Nart destanlarında, Debet 'in ölmediği, gökte, tanrıların katında hala yaşadığı ve orada demircilik yaptığı anlatılır. Bir efsaneye göre, Nart ülkesinde yapılacak bir iş kalmadığından, Debet kendisine demirden kanatlı bir araba yaparak göklere göçer ve orada demircilik sanatına devam eder. Karaçay-Malkar halkının bununla ilgili şöyle bir inanışı vardır: "Yıldızlar, Debet'in örsünden sıçrayan kıvılcımlardan oluşmuştur. Geceleyin gökte bir yıldızın kaydığını görürseniz bilin ki, bu kayan yıldızlar Debet'in gökteki atölyesinde demir döverken çıkardığı kıvılcımlardır." Yani, Debet ölmemiştir. Göklerde, tanrıların katında yaşamakta ve demircilik sanatına devam etmektedir [1].
II. Kafkasya Nart Destanlarında Tanrı-Demirciler
[s. 21] Adıge Nart destanlarının tanrı-demircisi "Tlepş "tir. Öte yandan, M.İ. Mijayev'e göre, Adıge Nart destanlarında, "Dabeç-Tlepş-Hudim" şeklinde üç kuşak demirci vardır [2]. Adıge [Kabardey] Nart destanlarında, Dabeç sıradan bir demircidir ve Tlepş'in ustasıdır. Dabeç, yanına çırak olarak aldığı Tlepş'in, kendisinden daha yetenekli ve daha usta bir demirci olacağını anlayınca, demircilik sanatını bırakır ve bu işi Tlepş'e devreder. Bundan sonra da Tlepş, Nartların demircisi olur [3].
Adıge Nart destanlarında, Dabeç ve Hudim'in adları pek fazla geçmez. Tanrı-demirci olduğu için, daha çok Tlepş'ten bahsedilir. Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki tanrı-demirci "Debet "in, Adıge Nart destanlarına sıradan demirci ustası "Dabeç" şeklinde geçtiği anlaşılıyor. T.M. Haciyeva, "Debet-Alavgan-Şavay " şeklindeki motifin sadece Karaçay-Malkar Nart destanlarında olduğunu ileri sürmektedir [4]. Ancak, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki, "Debet-Alavgan-Şavay" şeklindeki üç nesil motifinin, Adıge Nart destanlarında, "Dabeç-Kanja-Şavey " şeklinde [5] olduğu görülmektedir. Fakat bu motifin Karaçay-Malkar Nart destanlarından Adıge Nart destanlarına geçtiğini söyleyebiliriz. Çünkü, Dabeç-Kanja-Şavay üçlüsü, Adıge Nart destanlarında oldukça belirsiz bir şekilde anlatılır.
Adıge [Kabardey] Nart destanlarında, Tlepş'in demirci oluşu ve ellerinin kızgın demire karşı dayanıklılığı kısaca şöyle anlatılır: "Tlepş henüz demirci değildi. Tlepş ile Thagalec komşu idiler. Thagalec ve karısı açlık çekiyordu. Thagalec, karısını biraz yiyecek istemesi için Tlepş'e gönderir. Tlepş, Thagalec'in karısına, ancak kendisiyle yattığı takdirde yiyecek verebileceğini söyler. Thagalec'in karısı, Tlepş'in bu isteğine sinirlenerek evine döner ama kocasına olan biteni anlatmaz. Kocasına, Tlepş'in de yiyeceği olmadığını ve bu yüzden eli boş döndüğünü söyler. Fakat, Thagalec ısrarla karısını üç kere yiyecek istemesi için Tlepş'e gönderir. Tlepş de her seferinde Thagalec'in karısına aynı şeyi teklif eder. Thagalec dördüncü kez karısına Tlepş'e yiyecek istemesi için gitmesini ısrar edince, karısı ona olan biteni anlatır. Thagalec de karısına, madem Tlepş bu kadar yüzsüzse, biz de açlıktan kurtulacaksak, ben müsaade ediyorum git der. Kadın, Tlepş'e gitmemek için direnirse de, Thagalec onu zorla Tlepş'e gönderir. Thagalec'in karısının geldiğini gören Tlepş, ona kendisiyle yatmaya razı olup olmadığını sorar. Kadın da başka çarelerinin kalmadığı için buna razı olduğunu söyler. Thagalec'in karısı korkudan titremektedir. Tlepş, kadına niçin korktuğunu ve titrediğini sorar. Kadın da iffetini ve namusunu açlık yüzünden kirleteceği için utanç içinde olduğunu söyler. Tlepş, kadına kendisini denemek için böyle bir istekte bulunduğunu ve ona böyle bir şey yapmayacağını söyler ve kadına yiyecek verir. Yiyecekleri alan Thagalec'in karısı da, tanrılara yalvararak şöyle dua eder: "Ey ulular, bu yiyeceği [s. 22] bize verenin vücudunun on iki parçasını ateş etkilemesin" der. Ertesi gün, Tlepş ateş yakarken ellerinin yanmadığını görür. Tlepş, ateşten etkilenmediğini anlayarak o gün demirciliğe başlar. [6] "
Abazin Nart destanlarında ise durum başka türlüdür: "Demirci Tlepş'in ateşten aldığı kızgın demirler ellerini yakmaktadır. Tlepş'in aklına, kızgın demirleri tutacak bir alet yapmak gelmemiştir. Seteney-Guaşe [Satanay-Biyçe], yerde boyunlarını birbirine dolamış iki yılan görür ve Tlepş'in bundan esinlenerek bir demirci maşası yapabileceğini düşünür. Satanay-Guaşe yılanları Tlepş ' 'e götürür. Tlepş de, maşa şeklinde birbirlerine dolanmış yılanlardan esinlenerek kendisine bir demirci maşası yapar [7]. "
Anlaşılacağı üzere, Adıge ve Abazin Nart destanlarında, Tlepş ' 'in demircilik sanatına başlamasının ve ellerinin ateşten etkilenmeyişinin sebepleri mitolojik vasıflardan oldukça uzaktır. Halbuki, Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan Debet ' 'in yaratılışı, demircilik sanatı, ellerinin ateşten etkilenmemesi, tamamıyla mitolojiktir. Debet, gök tanrısı ile yer tanrısının birleşmesinden doğmuş, su tanrısı tarafından büyütülmüştür. Debet ' 'in vücudu çelikten, kanı ateştendir. Bu yüzden Debet ' 'in elleri hiçbir şekilde ateşten etkilenmez; kızgın demiri çıplak elleriyle hamur gibi yoğurarak istediği şekle sokabilir.
Abhaz Nart destanlarının tanrı-demircisi "Şaşpa "dır. Ancak, Abhaz Nart destanlarında Şaşpa'dan ziyade, Nartların demircisi "Aynarıj " anlatılır. Aslında, Aynarıj bir tanrı-demirciden ziyade, basit bir demirci ustasıdır. M. Curtubayev, Abhaz Nart destanlarındaki demirci Aynarıj ile Karaçay-Malkarlıların eski güneş tanrısı "Kaynar-Teyri " arasında bir bağlantı olduğunu söylemekte, Kaynar-Teyri ' 'nin, Abhaz Nart destanlarına Aynarıj olarak geçtiğini ileri sürmektedir. M. Curtubayev ' 'e göre, Abhaz ve Adıge Nart destanlarındaki "Tlepş " ve "Şaşpa " adlı tanrı-demircilerin adlarının kökü İskit ve eski İran kültürüne dayanmaktadır [8].
Oset Nart destanlarının tanrı-demircileri "Safa" ve "Kurdalagon"dur. G. Şanayev'e göre Kurdalagon'un konumu, Safa'ya göre ikinci plandadır ve esas tanrı-demirci Safa ' 'dır. V.İ. Abayev, Osetlerin Nart destanlarındaki tanrı-demirci Safa ile Hıristiyan azizlerinden "Savva " arasındaki ad benzerliğine dikkat çekmekte ve tanrı-demirci Safa ' 'nın, Hıristiyan azizlerinden Savva ' 'nın adından kaynaklanabileceğini ileri sürmektedir. V.İ. Abayev, Oset Nart destanlarındaki diğer tanrı-demirci Kurdalagon ' 'u etimolojik olarak şöyle açıklamaktadır: Kurdalagon<Kurd-ala-varg-on, yani: Kurd [Osetçe: demirci]-ala [Alan]-varg [eski Osetçe: kurt]-on [Osetçe: oğlu, oğul, soy bildiren ek]. Bu etimolojik açıklamadan da, "Alanların kurt soyundan olan demircisi " şeklinde bir anlam çıkmaktadır [9].
V.İ. Abayev, Kurdalagon ' 'un, eski Roma mitolojisinde [s. 23] geçen tanrı-demirci "Vulkan/Volkan" ile bir bağlantısının olabileceğini söylemekte, vulkan sözünü de, vulk [Latince: kurt]-an [soy bildiren ek] şeklinde açıklamakta ve eski Roma mitolojisinde geçen, tanrı-demirci "vulk-an " sözü ile Osetçe "varg-on " sözü arasındaki benzerliğe dikkat çekmektedir. M. Curtubayev ise, V.İ. Abayev'in bu görüşüne karşı çıkarak; Latince ' 'de "kurt " sözünün "vulk " değil "lupus " olduğunu, bugünkü Osetçe ' 'de ise "kurt " sözünün "birag " olduğunu ve bunun da Türk-Moğol "barag" [köpek] sözünden geldiğini söylemektedir. Yani, M. Curtubayev, Latince "vulk " ile V.İ. Abayev ' 'in eski Osetçe dediği "varg " [kurt] sözü arasında bir bağlantı olmadığını söylüyor [10]. Aslında, eski Roma mitolojisindeki "Vulkanus " hakkında fazla bir bilgi yoktur ve kendisine has bir efsanesi bulunmamaktadır. Vulkanus, genellikle, eski Yunan mitolojisinin, Zeus ve Hera ' 'dan doğmuş olan, ateş-tanrısı ve aynı zamanda demir ve diğer madenlerin tanrısı Hephaistos ' 'la özleştirilmektedir [11].
M. Curtubayev, Osetlerin Nart destanlarındaki tanrı-demirci Kurdalagon'un, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki Debet 'in en büyük oğlu "Alavgan "dan kaynaklandığını, Kurdalagon sözünün de, Karaçay-Malkar Türkçesiyle, "Kurd [kurt] Alavgan" şeklinde açıklanabileceğini söylemektedir [12]. Karaçay-Malkar Türkçesinde "alavgan " sözü "dev gibi, iri-yarı ve genç ayı " anlamlarına gelmektedir ki, herhalde M. Curtubayev bu sözü "Al-avgan<Al [ilk]-oglan [oğlan, oğul] " şeklinde açıklamaktadır. Karaçay-Malkar Türkçesinde "av- " fiili, "devrilmek, aşmak " anlamına gelir ki, M. Curtubayev herhalde "avgan" [devrilen, aşan] sözünü "gelen " şeklinde düşünmektedir. Bu durumda, Alavgan<Al-avgan sözünden "ilk gelen, ilk doğan, ilk oğlan, ilk oğul " şeklinde bir anlam çıkarılabilir. M. Curtubayev ' 'in analizine göre ortaya "Kurt soyundan gelen ilk oğlan " gibi bir anlam çıkmaktadır.
Ancak, burada önemli bir hususu belirtmek gerekir ki, "kurt " sözünün eski Türkçe 'de ve genel olarak bugünkü Türk lehçelerindeki adı "börü/böri " [Karaçay-Malkar Türkçesinde: börü] şeklindedir. Kaşgarlı Mahmut, "Oğuzca " olarak kaydettiği "kurt " sözünün, sadece Oğuz Türklerinde kullanıldığını söylüyor [13]. Bugün, Türkiye Türkçesi dışında, Karaçay-Malkar Türkçesinde ve genel olarak Türk lehçelerinde "kurt " sözü "küçük solucan ve solucangillerden olan hayvanlar" için kullanılmaktadır. Türkiye Türkçesinde ise "kurt " sözü, Karaçay-Malkar Türkçesindeki hem "börü " sözünün karşılığı, hem de "küçük solucan" sözlerinin karşılığıdır. Yani, M. Curtubayev, "Kurd [kurt]-Alavgan " incelemesinde, "kurd " sözünü "kurt " [börü] anlamında açıklarken burada yanılmıştır. Ayrıca, M. Curtubayev, V.İ. Abayev'in eski Osetçe dediği "varg " [kurt] sözü hakkında veya eski Osetçe ' 'de hangi sözün "kurt " sözüne karşılık olduğu konusunda bir açıklama getirmemektedir. Bence, V.İ. Abayev ' 'in eski Osetçe dediği "varg " [kurt] sözü, yine Türk-Moğol "barag " [köpek] sözünün Oset diline uyum sağlayarak [barag<varag<varg] girmiş şekli olabilir. Öte yandan "varg" ile "birag " sözlerinin, "barag " sözünden gelmesi kaydıyla, Osetçe ' 'nin kendi içerisindeki [s. 24] şive farklılıklarından kaynaklanan iki ayrı eş anlamlı sözler olması da mümkündür. Sonuç olarak, M. Curtubayev ' 'in ileri sürmüş olduğu, Oset Nart destanlarındaki tanrı-demirci Kurdalagon'un, Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki Debet'in en büyük oğlu Alavgan ' 'dan kaynaklandığı görüşü bence doğru değildir. V.İ. Abayev'in "Kurd-ala-varg-on" [Alanların kurt soyundan olan demircisi] şeklindeki açıklaması da şüpheli bir açıklamadır. Oset Nart destanlarındaki tanrı-demirci Kurdalagon ' 'un kökeninin daha derin araştırılması gerekmektedir.
III. Debet'in Kökeni Hakkında Görüşler
Nart Debet, Karaçayca metinlerde "Devet ", Malkarca metinlerde ise "Debet" olarak geçer. Biz, Karaçay-Malkar Türkçesi'nin genel fonetiği bakımından "Debet " şeklini uygun gördüğümüz için bu yazıda "Devet" yerine "Debet"i kullanacağız. Ancak, daha sonra genişçe açıklayacağımız üzere, "Devet/Debet " sözünün daha birçok varyantının olduğunu ve bu sözün Karaçay-Malkar Türkçesi'ne veya bir başka Türk lehçesine ait olmadığını şimdiden söyleyelim.
Karaçay-Malkarlı araştırmacılar Debet hakkında çeşitli görüşler ileri sürmektedirler. Prof. Dr. Magomet Habiçev, Karaçay-Malkar Nart destanlarında geçen kahraman adlarının halk arasında anlatılan çeşitli varyantlarını toplamış ve bunları etimolojik açıdan incelemiştir. Buna göre Debet sözünün varyantları: "Tavas, Davat, Devet, Debet" şeklindedir. M. Habiçev bunlardan Tavas ve Devet varyantlarını esas almıştır. M. Habiçev, Tavas sözünü, "Tav-As [Dağ-Ası/Dağlı-As]" şeklinde açıklıyor. Bilindiği gibi "As" kavmi, Alanların bir kolu yada ikinci bir adı olarak kabul edilir. M. Habiçev bu bağlamda Tav-as sözünün "Dağlı As " anlamında açıklanabileceğini söylemektedir. M. Habiçev, Tavas'ın, "Hırs-Biyçe" adında bir kadın Nart kahramanının oğlu olduğunu söylemektedir. M. Habiçev'in ileri sürdüğü bu görüşe göre ortaya: "Hırs [Rus]-Biyçe [Prenses]" gibi bir anlam çıkıyor. M. Habiçev bunu, "Eski Slav kavimlerinden birinin adı "Hros" veya "Hors"tur. Karaçay-Malkar Nart destanlarında geçen Hırs-Biyçe'nin, Hros veya Hors isimleriyle bir bağlantısı olabilir" şeklinde açıklıyor. M. Habiçev, Hırs-Biyçe'nin oğlu olan Tavas'ın, Rusça "Davit" anlamına geldiğini söylüyor. Rusça'da, özel isim dışında; "Davat: davet etmek, çağırmak [ünlem: haydi!]; Davit: ezmek, sıkmak" anlamlarına geliyor. M. Habiçev'in kendisi de bu "Hırs-Biyçe" [Rus-Prensesi] sözüne bir anlam veremediğini belirtiyor. M. Habiçev'in ikinci bir görüşü ise "Devet" sözüyle ilgilidir. M. Habiçev, Devet sözünü; "Dev [dev/kuvvetli]-et [çokluk eki] " şeklinde açıklıyor [14]. Buna göre bu etimolojik incelemeden, "Devler, kuvvetliler" gibi, bizi tatmin etmeyen bir açıklama ortaya çıkmaktadır.
İsmail Miziyev, Karaçay-Malkar Türklerinde "Debo" adının çok kullanıldığını bunun da "Debet" sözüyle bir bağlantısı olduğunu ileri sürüyor. Ona göre, "Debo" sözü eski Türk boylarından olan "Tobolar"ın [Toba/Topa] adından miras kalmıştır. [s. 25] "Debo" sözü ile "-at, et" çokluk veya soy-sop ekinin birleşmesiyle de ortaya "Debet" sözü çıkmıştır [15]. Buna göre karşımıza "Debo-oğlu/Debo-oğulları" şeklinde bir anlam çıkmaktadır. Öte yandan, İ. Miziyev, İskitlerin tanrıçası "Tabiti" sözü ile "Debet" sözü arasındaki benzerliğe dikkat çekmektedir [16]. Tabiti, İskitlerin "aile-ev-ocak" tanrıçasıdır [17]. Bana göre, İ. Miziyev'in, Debet sözü hakkında ileri sürmüş olduğu her iki görüşü de, şekil ve anlam bakımından "Debet" sözünü açıklayıcı değildir.
Mahti Curtubayev ise; Debet sözünü etimolojik olarak; "dıp/tıp [ateş/ateşli]-bet [yüz]", yani "güneş" şeklinde açıklamaktadır. M. Curtubayev'e göre, Karaçay-Malkarlılar eskiden güneşe "Dıpbet" diyorlardı ve bu söz daha sonra Nartların demircisi Debet'in adı olmuştur [18]. M. Curtubayev, bu "dıp/tıp" sözünü herhalde, Karaçay-Malkar Türkçesi'ndeki "tıbır/tıpır" [ocak] sözünden esinlenerek açıklamaya çalışmaktadır. Ancak, M. Curtubayev'in ileri sürdüğü bu açıklaması biraz şüphelidir. Çünkü, Karaçay-Malkar Türkçesinde veya diğer Türk lehçelerinde "dıp/tıp" [ateş/ateşli] şeklinde bir söze rastlayamıyoruz.
IV. Debet ve Davut Peygamber Arasındaki Benzerlikler
Yukarıda belirtildiği gibi, Debet'in kökenini araştıran bilim adamları, "Debet" sözüne genellikle şekil yönünden açıklamalar getirmeye çalışmışlar, Nartların demircisi Debet ile demircilik yeteneğiyle meşhur Davut Peygamberin aynı kişiler olduğunu fark edememişlerdir. Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan Debet'in, "Davat/Devet " şeklinde varyantlarının olduğunu söylemiştik. Debet'in "Davat/Devet" varyantları ile "Davut" adı arasındaki benzerlikten yola çıkarak, Nartların tanrı-demircisi Debet ile çeşitli mucizeleri ve "demircilik" sanatıyla ünlü Davut Peygamberi karşılaştırdığımız zaman bu ikisinin ad benzerliği ve "demircilik" özellikleri bakımından aynı kişiler olduğunu görüyoruz. Debet ile Davut Peygamber arasındaki şaşırtıcı benzerlikleri göstermeye geçmeden önce, Davut Peygamber hakkında kısa bir bilgi verelim.
Davut Peygamber, İsrail oğullarının büyük atası olan İshak'ın soyundandır. Davut Peygamberin babasının adı İşa'dır. Davut Peygamber, İşa'nın en küçük oğludur. Davut Peygamber, aynı zamanda bir kraldır. Saltanat ile peygamberliği bir arada yürüten Davut Peygambere dört büyük kitaptan biri olan "Zebur" indirilmiştir. Davut Peygamber ile ilgili rivayetlerde; onun usta bir "demirci-sanatkar" ve iyi bir cengaver olduğu anlatılır. Davut Peygamberin adı, Kuran-ı Kerim'de 16 kere geçer. Peygamberliği dışında kendine has bazı özelliklerinin dile getirildiği bu ayetlerden ayrı olarak, sahih hadislerde de "Davut" adından çokça bahsedilir. Davut Peygamberin "19 oğlu" olmuştur. Kendisi vefat edince, yerine kral ve peygamber olarak, en küçük oğlu [s. 26] Süleyman Peygamber geçmiştir. Musevi kaynaklarına göre, Davut, güçlü bir kral ve kumandan, Yahudileri geniş topraklara hakim kılmış bir Peygamberdir [19].
Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan, Nartların "demircisi" ve "19 oğlu" olan Debet/Devet ile Allah tarafından kendisine bahşedilen "demircilik" yeteneğiyle meşhur ve yine "19 oğlu" olan Davut Peygamber aynı kişilerdir ve "Debet/Devet" sözü de "Davut" sözünün Karaçay-Malkar Türkçesi'ne uyum sağlayarak girmiş şeklidir.
Davut Peygamberin sahip olduğu demircilik sanatı ve diğer vasıfları Kuran-ı Kerim'de şöyle anlatılmaktadır: "Allah ona [Davut'a] hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti [Bakara/251]; Ona [Davut'a], sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misin? [Enbiya/80]; Ona [Davut'a] demiri de yumuşattık. Uzun zırhlar yap, onları dokumada intizamı gözet diye [buyurduk] [Sebe/10-11] [20]."
Davut Peygamberin demiri ateşte kızdırmak ve dövmek için örse, çekice ve balyoza muhtaç olmadan çıplak elleriyle demiri hamur gibi eğip bükmesi ve demire dilediği şekli vermesi, ilk kez halkalı zırhı yapması ve demircilik sanatını nasıl kazandığı İslamî rivayetlerde şöyle anlatılır: "Allah, Hz. Davut'a peygamberlik ve saltanat ihsan buyurdu. Ona Zebur kitabını verdi. Memleketini idare için lazım gelen bilgileri öğretti. Ona pek güzel, pek ahenkli ve pek tatlı bir ses verdi. Demiri yumuşatıp zırh yapma sanatının inceliklerini bildirdi. Onun şahsına has olmak üzere, ona dağları ve kuşları musahhar kılmıştı. Hz. Davut'un bir de demiri hamur gibi eritme mucizesi vardı. Demir, hiç ateşe sokmadan, mübarek elinde bir mum misali eriyor ve ona istediği şekli verebiliyordu. Yeryüzünde savaşlarda giyilen yumuşak zincir örgüsü şeklindeki halkalı zırhı ilk defa Hz. Davut yapmıştır. Ondan önce de demir zırh biliniyordu. Ama o zırhlar önden ve arkadan geçen kapak levhalar şeklindeydi [21]. "
Davut Peygamberin dağlarla, taşlarla ve kuşlarla konuşabilmesi, İslamî rivayetlerde şöyle anlatılır: "Davut: Ey benim babam, dedi. Dağlarda koyunlarımı otlatırken Allah'ı zikrediyordum. Ne var ki, o anda hiç umulmadık bir şey oldu. Bütün dağlar da benimle beraber zikir ve tesbih etmeye başladılar. Dağlar, taşlar ve kuşlar onunla beraber Allah'ı zikrediyorlardı [22]."
Nartların demircisi Debet'in dağlarla, taşlarla ve yıldızlarla nasıl haşır neşir olduğunu ve çıplak elleriyle nasıl demiri döverek kılıçlar yaptığını Karaçay-Malkar Nart destanlarından öğrenelim:
[s. 27] Ateş tanrısı ateşin dilini öğretmiş
Yer tanrısı taşların dilini vermiş
Debet'e baş eğiyoruz dediler taşlar
Baş eğiyoruz dediler gökte yıldızlar
Elleri dayanıyor kor demire
Vardır gücü kor demiri bükmeye
Demir ona hamur gibi olmuş
Nasıl isterse öyle bükmüş
O Nartlara demirleri pişirmiş
Demirlerden zırhlar yapıp giydirmiş
Davut Peygamber ve onun üstün demircilik sanatı, başka Türk boylarının sözlü edebiyat ürünlerine de girmiştir. Prof. Dr. Abdülkadir İnan bunu Kırgız-Kazak ve Tarancı [Yeni Uygur] baksılarının dua ve efsunlarında [23] şöyle tespit etmiştir:
Ovadan gelen oypatım, kırdan
gelen beyzadem
Davut peygamber, er Davut!..
İlk önce, Tanrı-bismillah diye
işe başlayalım, bismillah
Kaygan geçit, dar yolda,
koru Tanrım her yolda
Düştüğümde güç ver,
sürçtüğümde güç ver
Tarancı baksılarının dualarında ise Davut Peygamber şöyle anlatılır:
Demirciye pir,
Hazreti Davut Peygamber
Bir isteğim sizlerden,
bir dileğim pirlerden
Pirler hakkına diliyorum,
Tuğlar hakkına diliyorum
Nartların demircisi Debet'in 19 oğlu olmuştur. Bunlardan en büyüğünün adı Nart Alavgan, en küçüğünün adı ise Nart Sösümek'tir. Debet'in diğer oğullarından bilinenleri; Toturbiy, Tsehni [Çehni] ve Gu'dur. Debet'in bunların dışındaki oğullarının adları unutulmuştur. Debet'in oğulları içinde en meşhur olanı ve destanlarda en çok anlatılanı Nart Alavgan'dır.
______________________________________________
Adilhan Adiloğlu, "Nartların Demircisi Debet", Birleşik
Kafkasya Dergisi, Sayı: 16, Eskişehir, 1998, s. 20-27
______________________________________________
V. KAFKASYA’DA MUSEVİ KÜLTÜRÜ
[s. 38] Kafkasya'da Musevîlik ve Musevî kültürünün kökü çok eski tarihlere dayanmaktadır. Musevîler ilk olarak, M.Ö. VI. yüzyılda Filistin'den sürgün edilmişler ve belirli aralıklarla Irak, İran, Ermenistan ve Kafkasya'ya gelip yerleşmişlerdir. Musevî kaynakları, M.S. I. yüzyıldan itibaren Karadeniz ve Hazar denizi sahillerinde Musevîlerin bulunduğunu, hatta bu dönemde Ural bölgesinde dahi Musevîlerin olduğunu söylemektedirler. A. Firkowich, M.Ö. VII. yüzyılda Kırım'da Musevîlerin yaşadığını ileri sürmektedir. Max Margolis, M.S. I. yüzyılda Kerç bölgesinde, Taman yarımadasının doğu yakasındaki Anapa ' 'da, kuzeyde Dneper'de ve Olbia'da Musevî topluluklarının yaşadığını söylemektedir [24].
Doç. Dr. Şaban Kuzgun, kesin olarak belirlenebilen, Kafkasya'ya ilk büyük Musevî göçünün, M.S. VIII. yüzyılın ilk yarısında olduğunu söylemektedir. Bizans İmparatorluğu, İstanbul ve çevresinde yaşayan Musevîlere karşı baskı ve işkence yaptığından, Musevîler de Bizans topraklarını terk ederek, Kafkasya ve Hazar ülkesine yerleşmişler, kısa bir süre sonra da Hazar Hakanı ve yakın çevresine Musevîlik inancını benimsetmişlerdir [25]. El-Mesudî bu konuda şunları söylüyor: "Kral ve onların cinsinden olan Hazarlar Yahudîlik inancına mensupturlar. Hazarların Hakanı, Halife Harun el Reşit zamanında Yahudî oldu. Bütün İslam dünyasında ve Yunan [Bizans] dünyasında yaşayan Yahudîler ona koştular [26]."
Musevîliğin, Hazar Hakanı ve saray erkanının Musevîlik inancını kabul etmesinden çok daha önceki tarihlerde Kafkasya'ya gelmiş olduğu kabul edilir. Hazarlar ve diğer Türk boyları Kafkasya ' 'ya gelmeden önce buralara İbrani kökenli Musevî göçmenler gelip cemaatlar oluşturmuşlardır. Bu cemaatlara Slav kavimlerinden de katılmalar olmuştur. Hazar Kağanlığı ' 'nın kurulmasından önce bu bölgede yaşayan Slav asıllı ve Musevîlik inancına mensup kavimler vardı ve onların bir de Slav dilinde Tevrat ' 'ı vardı [27].
[s. 39] Hazar Türkleri ve onların hakimiyetinde olan diğer Türk boylarının benimsemiş oldukları Musevîlik inancı "Karait " [Ananiye] mezhebine dayanıyordu. M.S. VIII. yüzyılda ortaya çıkan Karait [Ananiye] mezhebinin kurucusu Anan B. Davut adlı bir İbrani Musevîsidir. Bu mezhep Anti-Talmudist [Talmud'u tanımama ve Tevrat ' 'ı benimseme] düşünceleriyle kurulmuş ve Rabbanilere karşı oluşturulmuş bir harekettir [28]. Karait mezhebinin yayılma dönemi ile Hazar Türklerinin Musevîliği kabul etmesi aynı zamana rastlamaktadır. Karait mezhebi bir yandan Hazar ve Kırım ' 'da yayılırken, bir yandan da Güney Rusya ve daha yukarılara doğru giderek Kıpçakların bir kısmına da tesir etmiştir [29].
Karait mezhebinin inanç temeli, Allah'a ve Hz. Musa'ya iman olmakla birlikte, Hz. Davut Peygambere ve ona gönderilen Zebur ' 'a çok önem verilir. Kutsal Şabat gününde Zebur ' 'dan mezmurlar okunur [30]. Karaitler, Mesih ' 'in gelmesinin hak olduğuna ve Mesih ' 'in Hz. Davut soyundan geleceğine inanırlar. Anan B. Davut tarafından tespit edilmiş olan, Musevîliğin kutsal ayin günü olan kutsal "Şabat " günü [Cumartesi gününe denk gelmektedir] ateş yakmama, evleri ısıtmama, ve yemekleri soğuk olarak yemek gibi esasları içerir [31]. Musevîlik inancına göre, tanrı evreni altı günde yaratmış, yedinci gün olan Cumartesi [Şabat] günü dinlenmiştir. Bunun için Musevîler de Cumartesi [Şabat] gününü dinlenmeye ve ibadete tahsis etmişlerdir [32].
Kafkasya ' 'ya çok eski zamanlardan itibaren yerleşmeye başlayan Musevîlik kültürü, çeşitli yollarla Kafkasya ' 'da yaşayan kavimlerin kültürlerini de etkilemiştir. Karaçay-Malkar Türklerinin tarihin bir döneminde Musevîlik inancını benimsediklerine dair elimizde somut bir bilgi yoktur. Ancak, yüzyıllarca Kafkasya ' 'da kendisine hayat alanı bulmuş olan Musevîlik inancından Karaçay-Malkar Türklerinin etkilenmemesi mümkün değildir.
Hazar Kağanlığının X. yüzyılda çökmesiyle, Hazar Türklerinden pek çok aile, muhtelif Kafkas kavimleri arasına karışarak onların soylular sınıfını meydana getirmişlerdir [33]. Nazifa Kagıyeva, XIV-XV. yüzyıllarda yaşadığı tahmin edilen ve Karaçay halkının teşekkülünde önemli rol oynayan Tram Han'ın bir Hazar prensi olduğunu ileri sürmekte ve Tram Han ' 'ın ilk hanımının, Musevîlik inancını benimsemiş, yüksek bir [s. 40] Hazar ailesine mensup bir prenses olduğunu söylemektedir. Öte yandan, Tram Han ' 'ın Musevî değil de, büyük ihtimalle Hıristiyan olduğunu belirtmektedir [34]. N. Kagıyeva ' 'nın bu görüşlerin doğruluğu şüpheli olmakla birlikte; Rus bilim adamları da, Hazar kültür çevresinin Kafkasya ' 'daki devamını Karaçay-Malkar Türklerinde aramaktadırlar [35]. Ayrıca, Hazar Türklerinin bugünkü devamı sayılan Musevî Karay Türklerinin tarihte bilinen en eski yurtlarının Kafkasya ' 'da olduğu ve Karay Türklerinin konuştukları dile yakın en yakın dilin, Karaçay-Malkar Türkçesi olduğu unutulmamalıdır [36]. Bugün, Polonya ' 'da yaşayan Karay Türkleri ile Kafkasya ' 'da yaşayan Karaçay-Malkar Türklerinin dilleri dışında başka hiçbir dilde rastlanmayan bazı ortak sözler vardır. Bu durum, Hazar Türklerinin Kafkasya ' 'daki kültür mirasçılarının Karaçay-Malkarlılar olduğunu göstermektedir [37].
Karaçay-Malkar, Kumuk ve Karay Türklerinde Cumartesi gününe "Şabat-Kün " denir. Kelimenin aslı İbranice olup Tevrat'tan alınmadır ve Musevilerin Cumartesi günleri yaptıkları ibadet günü demektir [38]. Bugün, Ukrayna ' 'daki bazı Rus-Kazak kabileleri bugün Hıristiyan oldukları halde Musevilik inancındaki kutsal Şabat gününü kutlamaya devam etmektedirler. Rus kilisesi bu adeti ortadan kaldırmak için çok uğraşmış ancak başarılı olamamıştır [39]. Karaçay-Malkarlılarda ise Şabat günü Cumartesi gününe karşılık olarak kullanılmakta fakat dinî bakımdan günümüzde bir anlam ifade etmemektedir.
Kuzey Kafkasya ' 'da Karaçaylıların en eski yerleşim yerlerinden birinin adı "Duvut "tur ve "Davut" adıyla olan benzerliği dikkat çekmektedir. Duvut köyünün adı, büyük bir ihtimalle Davut Peygamberden veya Anan B. Davut'tan kalmış olmalıdır.
Hazar Hakanı ve saray erkanının Musevî olmasına karşın, halkın büyük kısmı yine eski Türk dinini devam ettiriyordu. Ancak, Musevîlik inancının Kafkasya bölgesinde yaşayan değişik Türk kavimlerinin şamanist inançlarına ve dinî kültürlerine tesir ettiği muhakkaktır. İşte bu tesirin en somut örneklerinden biri de, Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan tanrı-demirci Debet ' 'tir. Öyle anlaşılıyor ki, Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan tanrı-demirci Debet'in başlangıçta başka bir adı vardı ve daha sonra Musevî-Karait inancının büyük önem verdiği, üstün "demircilik " sanatıyla meşhur olan Davut Peygamber, Karaçay-Malkar Nart destanlarına Debet olarak geçti.
VI. Debet ve Alp Hurs Arasındaki Benzerlikler ve Güneş-Tanrı Kültü
[s. 41] Bulgar Türklerinin "Şan/Han Kızı Destanı "nda anlatılan; tanrıların yarattığı ilk alp, güneşin oğlu ve demircilerin hamisi "Alp Hurs" ile Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan; tanrıların yarattığı ilk Nart ve tanrı-demirci Debet arasındaki bağlantı, üzerinde durulması gereken önemli bir bahistir. Çünkü ikisi de aynı mitolojik özelliklere sahiptirler. Kırılmayan kılıçları, hedef şaşmayan okları, baltaları, mızrakları, kesici bir silahın işlemediği halkalı zırhları ve at nalını ilk yapanlar onlardır. Şan/Han Kızı Destanı'nda Alp Hurs şöyle anlatılır:
Güneşin oğlu Alp Hurs
Üstün bir demirciymiş o
Bütün dünyayı dolaşmış
Kendi sanatı için
Cevheri aramış
Hurs'un demirciliğinin etrafında
Demir külünden dağlar olmuş
Alpler ölümsüzmüşler ama
Hurs'un silahı karşısında değil
Ferhat Nurutdinov, Şan/Han Kızı Destanı'nda anlatılan güneşin oğlu ve tanrı-demirci "Alp Hurs"un kaynağını, Hun-Bulgarların eski şamanist inançlarından aldığını söylemektedir. F. Nurutdinov, Bulgar prenslerinden Batbay'ın M.S. VIII. yüzyılda, Çernigovo-Donetsk bölgesinde kurmuş olduğu "Batavıl " [Batbay ' 'ın Karargahı anlamında] adlı müstahkem mevkinin çevresinde teşekkül eden ve "güneş gibi sevimli " anlamına gelen "Horıysdan" adlı kasabanın "Alp Hurs " adından miras kaldığını; daha sonra bu kasabanın M.S. 946 yılında, Kiev-Rus Prensesi Olga tarafından zapt edildikten sonra tamamen Slavlaştığını ve burada oturan Slavların, kasabanın adından dolayı, kendilerine kavim adı olarak "Horıysdan " ya da "Korosten " adını verdiklerini söylemektedir [40].
Bence, F. Nurutdinov burada yanılmaktadır. Çünkü, bu Horıysdan veya Korosten sözü "Hıristiyan/Kıristiyan" sözünden başka bir şey değildir. Eskiden, kendi toprağında yaşayan ve hukuki bakımdan özgür olan Rus köylülerine Hıristiyan sözünden bozma "Krestiyanskiy " adı veriliyordu [41]. Yukarıda, M. Habiçev'in "Hırs-Biyçe" konusunda bahsetmiş olduğu "Hros " veya "Hors "lar da herhalde bunlar olsa gerekir. Öte yandan, eski Rusça ' 'da [Doğu Slavca] "Hors " sözü "güneş " demektir. Doğu Slavları [Bugünkü Rusların ataları], [s. 42] güneş tanrısına "Hors " diyorlardı [42]. "Hors " ile "Hurs " sözleri arasındaki şekil ve anlam benzerliği dikkat çekicidir. Bulgar Türklerinin Şan/Han Kızı Destanı ' 'nda "güneşin oğlu " olarak anlatılan tanrı-demirci "Alp Hurs " ile Doğu Slavlarının "güneş tanrısı" olan "Hors " arasında bir bağlantının olduğu muhakkaktır. "Hurs" veya Hors " sözlerinin şekil ve anlamlarıyla birlikte, Doğu Slavlarından mı Türklere geçtiği, yoksa Türklerden mi Doğu Slavlarına geçtiği hakkında şimdilik kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak eski Türklerde çok kuvvetli bir "güneş " ve "güneş tanrısı " inancının olduğu bilinmektedir.
Çin kaynaklarında verilen bilgilere göre, Orta Asya ' 'daki eski Türk dininin esasları; gök tanrı, güneş, ay, yer-su, ateş ve ataların ruhları kültleridir. Hunların dinî inançlarında güneş ve ay kültü çok önemli bir yer tutuyordu. Meşhur Rus tarihçi L.N. Gumilev bu konuda şunları söylüyor: "Hun İmparatorları, her gün olmak üzere, sabahları doğan güneşe, hava karardığı zaman da aya tapınırlar, yani günde iki kere ibadet ederlerdi. " Büyük Hun İmparatoru Batır ' 'ın [Mete] oğlu Kiok ' 'un [Chi-yü, Lao-şang] Hun tahtına oturduğu zaman aldığı ünvan "Gök-tanrı ile Yer-tanrı ' 'nın oğlu " ve "Güneş-tanrı ile Ay-tanrı'nın tahta oturttuğu Yüce Hun İmparatoru " şeklindeydi. Bu ifadeler bize, Hunların eski dinî inançlarında gök, yer, güneş ve ay kültlerinin ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu göstermekle birlikte; Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan tanrı-demirci Debet'in gök-tanrı ile yer-tanrı ' 'nın oğlu olmasını ve Satanay-Biyçe ' 'nin güneş-tanrı ile ay-tanrı ' 'nın kızı olmasını hatırlatmaktadır. Bu durum, İskit kültürüyle de benzerlik göstermektedir. İskit efsanelerine göre İskitlerin "Targıtay " adlı atası da, gök-tanrı ile yer-tanrı ' 'nın birleşmesinden doğmuş bir kahraman idi [43].
A. İnan ' 'a göre, güneş ve ay kültü, yakın tarihte bile, Türk boylarının birçoğunun kültüründe önemli bir yere sahipti. Sözgelimi, Altaylı şamanist Türkler güneşle and içerlerdi. Altaylılara göre güneş "ana ", ay ise "ata " idi. Güneşi yeryüzünde "ateş " temsil ederdi. Yakut Türklerinin efsanelerine göre, ulu kahramanlar [Alpler] güneş ve ayın himayesindeydiler ve bazı kahramanlar güneş ve aydan türemişlerdi. Yakut Şamanlarının cüppesinde ve başlığında güneş-tanrı "Kün-Toyon "un sembolü olarak demirden veya gümüşten halkalar bulunurdu. Türklerin yanı sıra Moğolların kültüründe de güneş-tanrı önemli yere sahiptir. A. İnan, Moğolların güneşe tapınmasıyla ilgili bir rivayeti şöyle naklediyor: "Temüçin [Cengiz Han], kuşağını boynuna ve başlığını koluna asarak güneşe doğru döndü ve eliyle göğsüne vurarak güneşe karşı dokuz kere diz çöküp tövbe etti [44]. "
[s. 43] Hunların, güneşe veya güneş-tanrıya ne ad verdikleri bilinmiyor. Ancak, Hunlar, kendileri için milli kimlik adı olarak "kavim" veya "halk " anlamında "Hun " [Khun : Kün] sözünü kullanıyorlardı [45]. Buradan, Hun sözünün, "Khun<Kun<Kün " yani "güneş " sözünden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Çünkü bugün bile, Türkiye Türkçesi dışında, bütün Türk lehçelerinde "kün " sözü "güneş " demektir. Yani, Hunların kendilerine kavim adı olarak verdikleri "Hun " sözünün "güneş " ile ilişkili olduğu görülmektedir. Hindistan topraklarına akınlar düzenleyen Hun savaşçılarının komutanı "Toraman " [Toramana], eski Hint edebiyatına "Mihrakula " adıyla geçmiştir ki bu söz klasik Sanskritçe ' 'de "güneş ırkı " anlamına gelmektedir [46].
Hunların veya onlardan daha eski tarihlerde yaşamış olan Proto-Türklerin, güneş veya güneş-tanrıya hangi adı verdikleri bilinmez ama "Hurs " veya "Hors " sözlerinin, yani güneş-tanrının, eski Mısır kültüründeki güneş-tanrı "Horus "a bile kaynaklık ettiği bilinmektedir. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, M.Ö. 3315-3500 yıllarında, kendilerine "Horus " [Güneşin Oğulları] adını veren, Ural-Altay menşeli Asyalı bir kavmin eski Mısır ' 'ı istila ederek bu bölgeye yerleştiğinden bahsetmektedir [47]. Prof. Dr. Afet İnan, eski Mısır ' 'ı istila ederek burada hakimiyet kuran bu Asyalı kavmin "maden işlemesini bilen " ve antropolojik karakter olarak "brakisefal " özellikler taşıyan bir kavim olduğunu söylemektedir. Öte yandan bu kavmin Sümerler ile aynı soydan oldukları kabul edilmektedir [48]. Prof. Dr. Osman Nedim Tuna ise, Sümer dilindeki 168 kelimenin Türkçe ' 'yle ortak olduğunu fonetik [ses] ve semantik [anlam] delillerle ortaya koymuş ve Sümerler ile Türklerin akraba kavimler olduğunu uluslararası bilim zemininde ispatlamıştır [49].
Yukarıda bahsedilen, eski Mısır'ı istila ederek oraya yerleşen Asya menşeli kavmin en büyük ilahı, yani güneş tanrısının adı "Horus "tur. Bu kavmin eski Mısır'da hakimiyet kurdukları döneme "Tanrı Krallar " ya da "Horus ' 'a Tapanlar Saltanatı " denir. Güneş-tanrı Horus ' 'un himayesinde olan krallar, yeryüzünde güneş-tanrı Horus ' 'u temsil etmekteydiler. Kral, güneş-tanrının oğlu olarak kabul edildiği için aynı zamanda ülkenin en büyük dinî reisi idi. İlk önceleri kral, tanrı konumundaydı. Bu yüzden kralların ünvanı önceleri "Horus " idi. İnanışa göre; güneş-tanrı Horus, [s. 44] sabahları bir "şahin " olarak doğar ve göklerde her gün uçarak yeryüzü malikanesini seyrederdi. Bu yüzden, güneş-tanrı Horus bir şahin şeklinde tasvir ediliyordu [50].
Yakut Türklerinde de en çok sayılan kuş "kartal "dır. Yakut Türklerinde kartal kültü, güneş-tanrı ve gök tanrının sembolü sayılmıştır. İnanışa göre, ilkbahar ve sonbahar mevsimleri bu kartalın temsil ettiği ruhun iradesine bağlıydılar [51].
Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan, daha doğrusu "pek fazla " anlatılmayan "Shurtuk " adlı kahraman ile Bulgar Türklerinin Şan/Han Kızı Destanı ' 'nda anlatılan güneşin oğlu ve tanrı-demirci Alp Hurs, Doğu Slavlarının güneş-tanrısı Hors ve eski Mısır kültüründeki Asya menşeli güneş-tanrı Horus arasında muhtemelen bir bağlantı olduğunu düşünüyorum.
Umar Bayramukov, Karaçay-Malkar Nart destanlarının ilk Nart kahramanının Shurtuk olduğunu söylemektedir. Ona göre, Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan bütün kahramanlar Shurtuk ile Satanay-Biyçe ' 'den türemişlerdir [52]. "Shurtuk " sözü Karaçay-Malkar Nart destanlarında birkaç yerde geçer. Sözgelimi; Nartların ilk yaşadığı yerin [köyün] adı Shurtuk ' 'tur; Nartlarda Shurtuk adlı bir sülale vardır; Nart Alavgan'ın sülalesinin adı Shurtuk ' 'tur, dolayısıyla Debet ' 'in de sülalesinin adıdır. Çünkü, Alavgan, Debet ' 'in en büyük oğludur. Nart Örüzmek adlı kahramanın babasının ve sülalesinin adı da Shurtuk'tur. Anladığımıza göre; Karaçay-Malkar Nart destanlarında eskiden "Shurtuk " adında bir kahraman vardı ama şimdi destanlarda sadece adı anılmakta ve ona ait bir destan bulunmamaktadır. U. Bayramukov ' 'a göre Shurtuk sözü, S [So-Göktürklerin türeyiş efsanesinde geçen So kavmi]-hurt [kurt]-uk [ok/uruk, soy bildiren ek] " şeklinde üç bölümden oluşmuştur. Buna göre ortaya, "Kurt soyundan gelen So kavmi " şeklinde bir açıklama çıkmaktadır. Ancak, daha önce de açıkladığımız gibi, "kurt " sözünün eski Türkçe'de ve genel olarak bugünkü Türk lehçelerindeki adı "börü/böri " şeklindedir. Kurt sözü sadece Oğuz Türkçesinde ortaya çıkmıştır. Öte yandan, Göktürklerin türeyiş efsanesinde geçen "So " adlı kavmin, "Shurtuk " adlı kahramanla pek fazla ilgili olduğunu sanmıyorum.
Bence, "Shurtuk " adlı kahraman, Karaçay-Malkar Nart destanlarının "kaybolmuş " veya "unutulmuş" bir "tanrı-demirci "sidir. Karaçay-Malkar Nart destanlarının tanrı-demircisi Debet ' 'in Davut Peygamberin adından kaynaklandığını daha önce [s. 45] geniş bir şekilde açıklamıştık. Herhalde başlangıçta, Karaçay-Malkar Nart destanlarının tanrı-demircisi Shurtuk idi. Daha sonra, demircilik sanatıyla meşhur Davut Peygamberin adı "Debet<Devet<Davat " şeklinde Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki tanrı-demirci Shurtuk ' 'un yerini aldı.
M. Curtubayev ' 'e göre, bütün Nart kahramanları Debet ile Satanay-Biyçe'den türemişlerdir. Ona göre, Kaynar-Teyri ' 'nin [güneş-tanrı] daha sonraki adı Dıpbet [ateş yüzlü] olmuş ve nihayetinde Debet şeklini almıştır. Satanay-Biyçe sözünün anlamı da, "Sat [kutsal]-anay [ana/anne] " veya "Satan [olağanüstü güzel]-ay [ay] " şeklindedir. Yani, bütün Nart kahramanları, Güneş [Debet] ile Ay ' 'dan [Satanay-Biyçe] türemişlerdir. Satanay-Biyçe, başlangıçta, Debet ' 'in hanımı idi. Ancak daha sonra destanlar değişikliğe uğradı ve Satanay-Biyçe, Nartların lideri Örüzmek ' 'in hanımı oldu [53]. M. Curtubayev ' 'in, güneş-tanrı ' 'nın [Debet] başlangıçta ay-tanrı ' 'nın [Satanay-Biyçe] kocası olduğu görüşü doğru olabilir. Fakat, ay-tanrı ' 'nın kocası Dıpbet [Debet] değil, Shurtuk ' 'tur. Yani, Karaçay-Malkar Nart destanlarının güneş-tanrısı ve daha sonraki tanrı-demircisi Debet değil, Shurtuk ' 'tur. M. Habiçev ' 'in yukarıda bahsetmiş olduğu "Tavas "ın [Debet] annesi "Hırs-Biyçe " de herhalde Shurtuk ' 'un karısı idi. Yani, Karaçay-Malkar Nart destanlarında başlangıçta Nartların anası Satanay-Biyçe değil Hırs-Biyçe idi. Satanay-Biyçe daha sonra Hırs-Biyçe ' 'nin yerini almıştır.
VII. Shurtuk ve Hıristos Arasındaki Benzerlikler ve Güneş-Tanrı kültü
Bulgar Türklerinin Şan/Han Kızı Destanı ' 'ndaki güneşin oğlu ve tanrı-demirci Alp Hurs, Doğu Slavlarının güneş-tanrısı Hors ve eski Mısırlıların güneş-tanrısı Horus ile Karaçay-Malkar Nart destanlarının başlangıçtaki tanrı-demircisi Shurtuk arasındaki bağlantı nereden kaynaklanmaktadır? Shurtuk sözünün anlamı nedir, neyi ifade etmektedir ve Karaçay-Malkar Nart destanlarında nasıl ortaya çıkmıştır? Bütün bu sorular, muhtemelen yine bir peygamberin adıyla cevaplanmaktadır. Bu peygamber ise "Hıristiyanlık " dininin peygamberi "Hıristos "tur. Yani, Müslümanların "İsa Peygamber " dediği, Meryem ' 'in oğlu İsa Peygamberdir.
"Hıristos " sözünün, Karaçay-Malkar Türkçesi ' 'ne uyum sağlayarak "Shurtuk " [s. 46] şeklinde girmiş olduğu düşünülebilir. "Hırist-os " sözündeki "-os " eki, Yunanca ' 'da özel adların sonunda yer alan ve tekil anlamı belirten bir ektir. Yani, "Hıristos " sözünün kökü "Hırist " veya "Hıris " şeklindedir. Shurtuk sözü de başlangıçta "Hurst-uk " şeklinde olup, daha sonra bir metatez [yer değiştirme] sonucunda "Shurt-uk " şekline dönüşmüş olabilir. Hurst-uk ile Hırist-os sözleri arasındaki şekil benzerliği dikkat çekmektedir. Ancak, bu görüş kesin bir doğru olarak değil, bir varsayım olarak anlaşılmalıdır. Aşağıdaki görüşler de bu varsayıma dayalı olarak ileri sürülmüştür.
Hıristos [İsa Peygamber], Hıristiyanlık inancında merkezi bir öneme sahiptir ve bugünkü Hıristiyanlık inancı, Musevîliğin inanç, ibadet ve gelenekleri ile eski Yunan-Roma kültlerini birleştiren bir "kurtarıcı-tanrı " dinidir. Hıristiyanlığın kutsal kitabı "İncil-ler "de "Hıristiyan " veya "Hıristiyanlık " gibi terimler yoktur. "Hıristiyan " sözü ilk kez İsa Peygamberden sonra 20-30 yıllarında Antakya ' 'da kullanılmaya başlanmıştır. "Hıristiyan " sözü Yunanca bir sözdür ve "Hırist-os " sözünden gelir. Anlamı ise "Mesih ' 'e bağlı " demektir. Arapça bir söz olan "Mesih "in anlamı, "el sürmek, el süren " anlamında olup, İbranice "Maişah " sözünden kaynaklanmaktadır. "Maişah " sözü "yağlanmış " demektir. Eski İbrani-Musevîlerde krallar göreve başlamadan önce "kutsal yağ " ile yağlanarak krallık tahtına oturuyorlardı. Hz. İsa bir İbrani-Musevî idi ve peygamberliğini ilan ettiği zaman aynı zamanda kendisinin bir "Maişah " [kurtarıcı] oluğunu açıklamıştı. Yani genel anlamda "Mesih " ve "Maişah " sözleri "kurtarıcı-kral " anlamına gelmektedir [54]. Bugünkü Hıristiyanlık inancı, Hıristos ' 'un [İsa Peygamber] havarilerinden "Pavlus "un yorumlarıyla şekillenmiştir. Pavlus, Hıristiyanlığı bir kurtarıcı-tanrı dini haline getirmiş, eski Yunan ' 'daki gibi, varlığı veya bazı yönleri açığa çıkarılmak istenmeyen ve gizli tutulan, insan aklının yeterince açıklık getiremediği bir "sırlar-gizler " inancına çevirmiştir. Buna göre, Hıristos bir peygamber ve dolayısıyla bir insan olarak değil de; "ölüp dirilen ve göklere yükselen tanrı " anlamını ifade eden "Kiris-os " sözüyle tasvir edilmiştir. "Kiris-os " sözü Hıristiyanlıkta "ilah, tanrı, kral, öğretici, yol gösterici " gibi anlamların tümünü bünyesinde barındıran kutsal bir ünvanı ifade eder [55]. "Hırist-os " sözü de muhtemelen "Kiris-os " sözünden kaynaklanmış olmalıdır.
Romalılar, Hıristos ' 'un doğum gününü [Noel Bayramı] ilk olarak 336 yılında kutlamaya başlamışlardır. Ancak, Hıristos'un doğum tarihi kesin olarak bilinmediğinden, Romalılar, eski İran kültüründen almış oldukları, ölümsüz "güneş-tanrı " olarak tasvir ettikleri "Mitra "nın doğum günü bayramını, Hıristos ' 'un doğum günü bayramı şeklinde kutlamaya başladılar [56]. Eski İran kültüründe [s. 47] başlangıçta "güneş-tanrı " olarak tasvir edilen Mitra, daha sonra, Ahamenişlerin kralı II. Artakhşatra zamanında "savaş-zafer tanrısı " olarak görülmeye başlanmıştır. Ahameniş kralları savaş zamanlarında Mitra ' 'dan yardım dilerlerdi. Mitra, Romalılarda ise yaygın bir güneş dininin tanrısı olmuş ve Roma İmparatorluğunun her tarafına yayılmıştır [57].
Romalılar, güneş-tanrı Mitra'nın doğuş günü bayramını, Hıristos'un doğuş günü bayramı yaptıkları gibi, güneş-tanrı Mitra ve göklere yükselen tanrı kültünü, yani "Kiris-os " inancını muhtemelen yeni dinlerinin peygamberi olan "Hıristos "a uyarlamışlardır. Bunun içindir ki, Hıristiyan kiliselerindeki, bilhassa eski Roma-Yunan döneminden kalma tablolarda, Hıristos ' 'un başının çevresinde bir şua çemberi görülür. Bu şua çemberi aslında güneştir. Böylelikle, Hıristos ile güneş bütünleştirilmiştir. Yani, Hıristos ' 'un ölümsüzlüğü güneşle temsil edilmiştir. Hıristiyanlık inancında, kiliselerde yapılan ibadet yönü [kıble] doğu yönüdür ki bu yön aslında güneşin doğmuş olduğu doğu yönüdür. Hatta, Hıristos, Havarilerine, "Biz güneşin yönüyle tanrıya ulaşacağız " demiştir. "Gök cisminin yuvarlak [çember] şeklinde görünen yüzü " anlamına gelen ve bir astronomi terimi olan "kurs " sözü de muhtemelen güneşi ifade etmektedir ki bu söz çok kuvvetli bir ihtimalle "Kiris-os " sözüyle bir kökten gelmektedir.
Öte yandan, anlamının muhtemelen "güneş" veya"güneş-tanrı" olduğunu düşündüğümüz, eski Roma-Yunan kültürüne ait "Kiris-os" sözünün kökeni, büyük bir ihtimalle, eski Mısırlıların güneş-tanrısı "Horus " ile bağlantılıdır. Çünkü, Romalılar güneş-tanrı dinlerini eski İran kültüründen almış iseler de, Romalıların güneş-tanrı dininde, eski İran kültürünün güneş-tanrısı "Mitra "nın adı görülmemektedir. Eski Mısırlılar ise Romalılar ile sürekli ilişki içerisindeydiler ve dolayısıyla da zaten eski İran menşeli güneş-tanrı inancına sahip olan Romalılar, eski Mısırlıların güneş-tanrısı "Horus"u kendilerine güneş-tanrı "Kiris-os " şeklinde uyarladılar.
Görüldüğü gibi, "güneş-tanrı" kültünün kökü çok eski zamanlara dayanmakta ve karmaşık da olsa değişik kavimler arasında yer alan bu "güneş-tanrı" kültünün, garip bir şekilde, birbirleriyle bağlantı içinde oldukları anlaşılmaktadır. Bulgar Türklerinde Hurs, Doğu Slavlarında Hors, eski Mısırlılarda Horus, eski Romalılarda Kiris, eski İranlılarda Mitra şeklinde ortaya çıkan güneş-tanrı kültü; semavî ve kitaplı dinlerden olan Hıristiyanlık inancına oldukça tesir etmiştir. Eski kavimler, yeni dinleri Hıristiyanlık inancını benimserlerken, eski güneş-tanrı inançlarını tamamen unutmamışlar, sonradan kabul etmiş oldukları yeni dinleriyle karışık olarak eski inançlarını yaşatmışlardır. Yukarıda da açıklandığı gibi, eski güneş-tanrı inancı tamamen kaybolmamış, Hıristiyanlığın peygamberi Hıristos'ta kendisini göstermiştir. Bütün bu bilgilerin ışığında, güneş-tanrı motifli Hıristos'un adının, Karaçay-Malkar Nart destanlarının başlangıçtaki tanrı-demircisi Shurtuk'un adına fonetik ve semantik bakımdan kaynaklık ettiğini görmekteyiz.
__________________________________________________
Adilhan Adiloğlu, "Kafkasya'da Musevi Kültürü", Birleşik
Kafkasya Dergisi, Sayı: 17, Eskişehir, 1999, s. 38-47
__________________________________________________