N.F. Grabovskiy, Nalçik şehrinde idari işlerle ilgili memurluk yapmış, 1878 yılında da savcılık işiyle görevlendirilmiştir. 1868 Eylülünde bir arkadaşının daveti üzerine Malkarlıların yaşadığı yerlere giderek oraları gezme imkanının bulmuştur. Onu davet eden kişinin Malkarlı olduğunu bilmekle beraber, Grabovskiy yazısında adını belirtmediği için ona ev sahipliği yapan kişinin tam olarak kim olduğunu bilemiyoruz. [s. 36] Grabovskiy orada bulunduğu sırada bir düğün görme şansı bulmuştur. Grabovskiy yazısında, düğünde gördüğü şeyleri ve düğün adetlerini en ince ayrıntısına kadar anlatmaktadır. Bunun yanı sıra ev sahipliği yapan kişiye, kendisinin orada bulunduğu tarihten yüz yıl öncesinde uygulanan Karaçay-Malkar düğün adetlerini de anlattırarak yazısında yer vermiştir.
Grabovskiy, yazısında zaman zaman Karaçay-Malkarlıları küçümseyen ifadeler kullanmaktadır. Ancak, eski Karaçay-Malkar düğünleri hakkında bir fikir edinmemiz ve bugünkü Karaçay-Malkar düğünleriyle karşılaştırılması açısından Grabovskiy'in bu yazısını önemli bir belge sayılmaktadır.
Kafkasya Dağlılarından bir dostum, beni köyüne davet etmişti. Bu daveti kabul ederek ona bir süre misafir oldum. Oradan ayrılma zamanım geldiği sırada, bir düğüne çağrıldık. Beni misafir eden ev sahibim, düğüne kalmam için çok ısrar etti. Dağlılarda düğünlerin nasıl yapıldığı hakkında hiçbir fikrim yok yoktu. İlginç bir deneyim olacağını düşünerek bir süre daha orada kalmaya karar verdim.
Köyde düğün için hazırlık yapılıyordu. Herkes bir telaş içerisindeydi. Erkek tarafı buradan, yani Malkar'dan, kız tarafı ise Karaçay'dan idi. Her iki taraf da toplumun üst tabakasından "Biy" [bey] sülalesindendi. Bir zaman sonra herkesi çok sevindiren bir haber geldi. Kız tarafının gelmesini bekleyen gözcüler, gelinin getirildiğini müjdelediler.
Yolda çok sayıda misafirin dans ederek gelmekte olduğunu ve iki üç saat sonra köye gireceklerini bildirdiler. Gençler atlarına binmek için hazırlanıyor, kadınlar da gelinin gelmekte olduğundan birbirlerini haberdar etmek için evden eve girip çıkıyorlar, yaşlılar da herhangi bir eksiklikten dolayı misafirlere karşı ayıplanmama kaygısıyla bütün hazırlıkların tamamlanıp tamamlanmadığını kontrol ediyorlardı. Çocuklar sevinçle gelin geliyor diye bağrışarak koşuşturuyorlar, gelinin köye girişini daha iyi görebilmek için evlerin damlarına çıkıyorlardı. Bir süre sonra herkes köyün meydanına doluşmaya başladı. Bunların adetlerine göre, gelini karşılamak için toplananların sayısı ne kadar çok olursa, geline verilen değerin miktarı da o kadar çok oluyormuş. O gün oraya gelini karşılamak için toplananların sayısı ise oldukça fazlaydı. Toplananların bir kısmı, köyün biraz ötesinde akan derenin yanına doğru ilerlemeye başladı. Daha önceden burada bir yer belirlenmiş ve gelin burada [s. 37] karşılanarak teslim alınacakmış. Yanlarında da iki öküze bağlanmış bir araba vardı. Araba küçük bir evi andırıyordu. Arabanın başı İran halılarıyla kaplanmıştı. Herhalde, gelin karşılandıktan sonra bu arabaya bindirilecekti.
Kısa bir zaman sonra atlılar görünmeye başladı. Çocuklar sevinçle çığlıklar atarak önlerine atıldılar. Kız tarafı köye doğru yaklaşıyordu. Gelinin gelmesine az bir zaman kalmıştı. Arkalarında da atlara yüklenmiş halde; sandıklar, türlü türlü halılar yastıklar erkek tarafına verilmek üzere çeşitli hediyeler, gelinin çeyizi vs. vardı. Bu grup, esas kafileden daha önde yürüyerek hem gelinin eşyalarını getirmiş oluyorlar, hem de kız tarafının gelmekte olduğu haberini veriyorlardı. Gerçekten de biraz yüksekçe bir yere çıkılıp bakıldığında esas kafilenin ilk gelen atlı gruba göre bir hayli geriden geldiği görülmekteydi. Uzakta olsalar da şarkıya benzeyen uğultuları buradan duyuluyordu. Sonradan öğrendiğime göre onlar "Orayda" yani gelin getirilirken söylenen bir şarkıyı söylüyorlarmış. Nihayet ilk grup karşılaşma yerine geldi. Orada bulunanlarla selamlaştılar. En öndeki atlının elinde açık kırmızı renkte bir bayrak vardı. Bayrağın kenarında da iki tane yün eldiven asılı duruyordu. Bunlar iki insanın hayatlarının birleşmesini, yani evliliği simgeliyormuş. Bu ilk gelen grup meğerse kız tarafından değil de, erkek tarafındanmış. Hem de damadın en yakın arkadaşlarıymış. Gelini ve kız tarafından gelecek misafirleri sağ salim getirmekle görevliymişler.
Geriden gelen kafile de karşılaşma yerine hemen hemen yaklaşmıştı. Kafilenin tam ortasında bir atın üzerinde oturmuş halde gelinin silueti görülüyordu. Kafile yaklaştıkça gelin daha iyi seçilmeye başladı. Gelinin oturduğu atta bir de erkek vardı. Gelin, bu erkeğin önünde yan oturmuş durumdaydı. Buradakilerin söylediğine göre gelin ile aynı atta oturan erkek, gelinin ya kardeşi ya da en yakın akrabalarından biri olurmuş. Gelinin üstü başı örtülerle kaplanmıştı. Atın üzerinde erkeklerin kullandığı türden bir eğer vardır. Bunu vurgulamamın sebebi burada kadınlar için de kullanılan ayrı bir at eğeri varmış. Eğerin üzerinde de büyük bir yastık vardı. Gelin de bu yastığa oturmuş vaziyetteydi.
Damadın arkadaşlarıyla birlikte köyün gençleri oradan ayrılarak köye doğru ilerlemeye başladılar. Artık esas kafile hemen hemen karşılaşma yerine gelmişti. Orada bulunan erkekler arka tarafa çekilerek ön safları kadınlara bıraktılar gelinin attan indirilerek arabaya bindirilişi sırasında orada erkeklerin bulunması gerekiyormuş. Bu yüzden kadınlar toplananların en önüne gelerek gelini karşıladılar. Gelini karşılayan kadınlar herhalde bu köyün en soylu kadınlarıydılar. Çünkü elbiseleri ve takıları diğerlerine göre çok daha güzel ve gösterişliydi. Gelinin atı karşılaşma yerinde durdu ve herkes atından indi. Kadınlar ve kızlar gelinin çevresini sardılar. Yaşlı adamlardan biri gelinin attan inmesine yardım etmek için oraya geldi. Ancak, indirilmeden önce gelinin ayaklarına gümüşten yapılmış terliğe benzer kalın bir şeyler giydirildi. Bunlar, gelinin yürürken, ayaklarının toprağa temas etmeden yürümesini sağlamak için giydiriliyormuş. Bu da geline verilen değeri simgeliyormuş.
Gelini attan indirdikten sonra yanında kızlar eşliğinde arabaya doğru götürmeye başladılar. Orada bulunan iyi giyimli kadınlardan iki veya üç tanesi gelini zarif bir biçimde arabaya bindirdiler ve kendileri de arabaya binerek gelinin yanında oturdular. Diğer kadınlar ve kızlar arabanın çevresinde duruyorlardı. Gelin arabası ağır ağır hareket etmeye başladı. Biraz ötede duran damadın arkadaşları tekrar geline refakat etmek için arabanın yanına geldiler. Herkes yeniden "Orayda" şarkısını söylemeye başladı. Gençler atlarıyla gelin arabasının etrafında gezinerek bağrışıyorlardı. Başlarındaki kalpaklarını havaya savuruyorlar, sevinç gösterileri yapıyorlardı. Daha sonra ne olduğunu anlayamadan orada bir kargaşalık oldu, damadın arkadaşları bir adamı kovalamaya başladılar. Ben de ne olduğunu öğrenmek için atımı kamçıladım ve onların peşinden gittim. Kaçan atlı hızla köyün girişindeki evlerden birine doğru gidiyordu. Kenar evlerden birinin yanında durdu ve hızla atından inerek evin bahçesine girdi. Bahçede ev sahipleri de vardı. Adam onlara bir şeyler söyledi ve hepsi aceleyle eve girdiler. Bu arada adamın arkasından koşanlar da eve yetişmişlerdi. Onlar da hızla atlarından inerek evin kapısına koştular. Ancak evin içine giremediler. Herhalde kapı içeriden sürgülenmişti. Bu durum onların pek hoşlarına gitmemişti. Eve girmek için çok uğraştılar ama bu mümkün olmadı. Kovalamaca durmuştu ancak bağrışmalar devam ediyordu. Artık ben de oraya yetişmiştim. Ev sahibim de oradaydı. Ona bu kovalamacanın nedenini sordum. Kalabalığın içerisinden bir adam, damadın arkadaşlarının elinde bulunan düğün bayrağını kapmış. Bu ise, damadın arkadaşlarının herkes tarafından ayıplanmasına neden olmuş. Yani onların bu bayrağı kimseye kaptırmaması gerekiyormuş. Oradaki adamlar ise bayrağı kapmaya uğraşıyorlarmış. Bu yüzden büyük kavgaların çıktığı oluyormuş. Bu arada gelin arabası köye girmişti.
Damadın arkadaşları adamın peşini bıraktılar ve tekrar gelin arabasının yanına gittiler. Gelin arabası ve kalabalık, damat evine gelmişlerdi. Herkes evin bahçesine girmek için çalışıyordu. Evin bahçesi ise küçük olduğundan herkesin buraya sığması mümkün görünmüyordu. Herhalde gelinin damat evine getirildiğini bildirmek için olacak, silahlar patlamaya başladı. Herkes gelini görebilmek birbirini çiğniyordu. Ben de olup biteni görebilmek için bahçeye [s. 38] girmeye çalıştım ama bu mümkün olmadı. Çünkü bahçenin içi kaynıyordu. Bahçeye giremeyeceğimi anladığımda oradan ayrılmak zorunda kaldım.
Akşam olduğunda, düğün evi biraz sakinleşmiş, gürültüler sona ermişti. Ancak çok kalabalıktı. Her yerden misafir gelmiş, ev tık tıklım dolmuştu. Biz bir odada oturuyorduk. Orada yalnız erkekler vardı. Bir süre sonra damadın arkadaşları geldiler. Orada bulunanlar, bayrağı kaptırdıkları için beceriksizliklerini ima ederek onlarla alay ediyor, kahkahalarla gülüyorlardı. Bu sırada dışarıdan müzik sesleri duyulmaya başladı. Ev sahibim yanıma gelerek düğün şenliklerinin başladığını söyledi. Hep beraber bahçeye çıktık. Bahçe adamla dolmuştu. Bahçenin ortasında boş bir alan bırakılmıştı. Alanın kenarında çam kütüklerinden yakılmış büyük bir ateş vardı ki bu ateş bahçenin tamamını aydınlatıyordu. Alanın bir kenarında, gençler hilal biçiminde toplanmıştı. Ellerini birbirine vurarak müziğe tempo tutmaya çalışıyorlardı. Buna "hars" diyorlar. Biz de onların yanına gittik. Adamlardan biri "sıbızgı" dedikleri ince uzun, ağaçtan yapılmış bir tür kaval çalıyordu. Sesi öyle tiz çıkıyordu ki adeta kulaklarımı tırmalıyordu. Bu sesten çok rahatsız oldum. Alanın ortasında bir erkek ile kız ağır hareketlerle dans ediyorlardı. Beni ve ev sahibimi, dans edenleri rahatça seyredebileceğimiz bir yere götürdüler. Burada üzeri minderlerle kaplı bir divana oturduk. Alanın diğer tarafında da kızlar duruyordu. Kızların giysileri ilgimi çekmişti. Türlü türlü renklerden, uzun gömlekler giymişlerdi. Altlarında ise şalvarları vardı. Şalvarlarının paça kısımları ayaklarına bağlanmıştı. Göğüslerinde gümüşten düğmeler, bellerinde ise yine gümüşten yapılmış kemerler vardı. Başlarına huniye benzer başlık giymişlerdi. Dikkatimi çeken bir şey daha vardı. Her tarafları gümüşle bezenmiş güzel elbiseli kızların yanı sıra orada normal hatta eski püskü elbiseler giymiş kızlar da vardı. Bunların giysileriyle diğer kızların giysileri arasında çok büyük fark vardı. Bu durumun zenginlik ve yoksulluk ile ilgili olup olmadığını, yanımda oturan ev sahibime sordum. O da beni onaylayarak, esas nedeninin zengin ve yoksul ayrımından ileri geldiğini söyledi ancak bununla beraber onların giysilerinden toplumun hangi tabakasından oldukları anlaşılıyormuş. Bunlarda çok zengin olan biri, eğer soylu bir aileden gelmiyorsa onun güzel giysiler giymesi mümkün olmuyormuş.
Düğün iyice hareketlenmeye başlamıştı. Meydandakilerin kimisi silahlarını patlatıyor, kimisi de tuhaf naralar atıyordu. Değişik bir dans başlamıştı. Kızlar ve erkekler el ele tutuşarak dans ediyordu. Buna "Abezek" dansı diyorlar. Erkeklerin hilal biçiminde toplandığı yerde, elinde uzun ve büyük sopasıyla "Begevul" adını verdikleri bir adam dolaşıyordu. Bu adam orada düğünü yönetiyormuş. Kimin dans edeceğine o karar veriyormuş. Elindeki sopayla oradaki gençlerin ayaklarına vurarak belirlenen yerden öne doğru çıkmalarını engelliyordu. Gençler de bağrışıyorlar, ona birtakım şakalar yapıyorlardı. Bu Begevul denilen adamlar girişken, biraz da yüzsüz olan kişilerden seçiliyormuş. Dans etmek isteyen erkekler önce Begevul ile görüşüyorlardı. Begevul, dans etmek isteyen kişiden belirli bir para istiyordu. Eğer parası yoksa bunun yerine değeri olan başka bir şey alıyordu. Yani karşılığında para veya başka bir şey verilmeden dans edilemiyordu. Begevul bununla da kalmıyor, yalnızca dans edenlerden değil, dans etmeyen veya dans etmesini bilmeyenlerden de para alıyordu. Örneğin meydanda dans eden kızlardan birisi, dans etmesini bilmeyen bir erkeğin sevdiği veya hoşlandığı kız ise ve bunu da Begevul biliyor ise; dans eden kızın önünde durarak dans etmesini engelliyor ve dans etmesini bilmeyen erkekten para istiyordu. Begevul parayı aldıktan sonra, düğünü seyreden kalabalığın önüne gelerek kimin ne kadar para verdiğini sesli bir biçimde bağırarak herkese duyuruyordu. Bu yüzden dans etmek isteyen gençler, kendilerini seyreden yaşlılar tarafından ayıplanmamak için mümkün olduğu kadar fazla para vermeye çalışıyorlardı. Sonradan öğrendiğime göre Begevul, topladığı bu paraları düğün bittikten sonra müzisyenlere veriyormuş. Bize yakın oturan yaşlıca adamlar vardı. Onlar da kendi aralarında bir şeyler anlatıyor, kahkahalarla gülüyorlardı. Müziğin sesinden ve oradakilerin bağrışmalarından onların ne konuştuğunu anlayamıyorduk. Bir adam elinde ağaçtan yapılmış büyük bir tasla bizim oturduğumuz yere geldi. Tasın içinde "sıra" denilen bir tür içki varmış. Ben de, ev sahibim de sırayla tası alıp içtik. Orada bulunan herkes de içiyordu. Zaman bir hayli geç olmuştu. Oradakilerin hallerinden çok memnun oldukları görülüyordu ama benim için aynı şeyi söylemek pek mümkün değildi. Böyle, Dağlıların düğünlerine pek alışık olmadığım için benim pek hoşuma gitmemişti. Üstelik gürültüden başım da ağrıyordu. Ev sahibim de bir Dağlı olmasına rağmen o da halinden pek memnunmuş gibi görünmüyordu. Ben misafir olduğum için bana söylemiyordu ancak onun [s. 39] da artık düğünden sıkıldığı ve eve gitmek istediği anlaşılıyordu. En sonunda dayanamadım ve ona eve gitmek istediğimi söyledim. O da memnuniyetle karşıladı ve gece geç saatlerde düğünden ayrıldık. Eve geldiğimizde hemen yatmadık ve ev sahibimle sohbet etmeye başladık. Ona burada yaşayan Dağlıların evlilik ve düğün adetlerini sordum. O da bana bildiklerini anlatmaya başladı...
Erkek tarafı önce, isteyecekleri kız hakkında geniş bir araştırma yaparmış. Erkek tarafı eğer soylu bir aile ise, kız tarafının da en az kendileri kadar soylu bir aileden gelmelerine dikkat ederlermiş. Bundan başka zengin olmaları, nüfuzlarının geniş olması gibi özellikler aranırmış. Bir de bunlarda akrabalık kurumu çok önemlidir. İslam dinine göre akrabalar arasında evlilik meşru ise de bunlarda böyle bir şey kesinlikle olmaz. Yani akraba olanların birbirleriyle evlenmeleri kesinlikle yasaktır. Buna çok dikkat ederler. Kız ve kısın ailesinde aranılan özellikler varsa, erkek tarafı isteyecekleri kızı kendilerine gelin olarak uygun görüyorlarsa kızı istemeye karar verirler. Erkeğin annesi veya babası kız istemeye gitmez, bu ayıp sayılırmış. En yakın akrabalardan oluşturulan bir grup bu iş için görevlendirilir. Buna "Keleçi" [elçi, görücü] denir. Görücüler kız istemek için kız tarafına giderler. Konu hemen açılmaz, yani kız hemen istenilmez. Bu yavaş yavaş ve hissettirilerek söylenir. Kız isteme konusu açıklığa kavuştuktan sonra, kız tarafının büyükleri bir karara varmak için toplanırlar. onlar da aynen erkek tarafının yaptığı gibi, erkek tarafının ailesini sorup soruştururlar. Kızlarına talip olan ailenin kendileri için uygun olup olmadığına bakarlar. Daha sonra kızlarını verip vermeyecekleri konusunda hep birlikte bir sonuca varırlar ve alınan kararı görücülere bildirirler. Eğer olumlu cevap verilmişse daha sonraki aşamada kızın fikri sorulacaktır. Bunun için de kız ile görücüler, kızın "Atalığının" [1] evinde buluşup görüşürler. Görücüler kıza, oğullarıyla evlenmeyi isteyip istemediğini üç kere sorurlar. Kız da kendi kararını onlara bildirir. Kızın da onayı alındıktan sonra artık nikah işine başlanırdı. İmam iki vekilin de sağ ellerinin başparmaklarını birbirine kenetleyerek birtakım dualar okur ve nikah işini yapmış olurdu. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta; aileler kızlarını verirken onların da fikrini alırlardı ancak, ailenin kararı her şeyden önce gelirdi. Eğer aile kızını vermeyi uygun görmüşse, kızın da olumlu cevap vermekten başka seçeneği yoktu. Yani kıza danışılma işi aslında formaliteden öteye gitmiyordu. Töre de bunu buyuruyordu. Hangi konuda olursa olsun daima büyüklerin verdiği kararlar dikkate alınırdı. Bu yüzden kızlar herhangi bir gence aşık olmaktan veya onu sevmekten korkarlardı. Çünkü ileride onunla evlenip evlenmeyeceği meçhuldü. Büyüklerini dinlemeyip sevdiği gençle kaçarak evlenen kızlar oluyordu. Ancak, bu kızlar aileleri tarafından reddedilerek evlatlıktan siliniyor ve ölünceye kadar birbirleriyle görüşmüyorlardı. Bunun yanı sıra toplumdan da dışlanıyorlardı. Nitekim böyle bir işe kalkışma cesareti gösteren kızların sayısı az idi. Adetlere göre soylu kızların dışarıda dolaşması pek mümkün değildi. Çoğunlukla evde otururlardı. Bu yüzden de erkeklerle tanışıp konuşmaları pek mümkün değildi. Bu anlatılan adetler, Dağlıların en soylu tabakasında [beylerde] çok sıkı bir biçimde uygulanırdı. Avamda ise bu adetlere bağlılık çok sıkı değildi. Yani avamdan olan kızlar istedikleri gibi dolaşırlar, erkeklerle konuşup tanışırlar, sevdikleriyle veya istedikleri biriyle evlenirlerdi. Sırası gelmişken, erkekler hakkında da birkaç şey söylemek gerekir; soylu tabakadan olan erkekler de bu konuda özgür değildiler. Onların da hangi kızla evleneceklerini aile büyükleri belirliyordu. Onların, kendi sevdikleri kızlarla evlenmesi şöyle dursun, çoğu zaman evlenecekleri kızı önceden ya birkaç kez görüyorlar, ya da hiç görmüyorlardı. Yine de bu tür adetlerin uygulanması kızlara oranla erkeklerde daha yumuşaktı. Örneğin, soylu bir kızın avamdan bir erkekle evlenmesi mümkün olmazken, soylu bir erkek, ailesi onaylamasa bile, avamdan bir kızla evlenebiliyordu. Örneğin, bir beyin oğlu, köle soyundan gelen bir kızla evlenirse, o kıza hem özgürlüğünü, hem de soy adını vermiş oluyordu. Ancak, bu kural da nadiren gerçekleşen bir durumdur.
[s. 40] Nikah yapıldığı zaman "Kalın"ın [başlık] üçte biri verilmesi gerekmektedir. Nikahtan belirli bir zaman geçtikten sonra kalan başlığın yarısı verili, geri kalan son üçte biri de gelin getirildikten sonra verilirdi. Ancak, başlığın ne zaman ve ne kadar verileceği konusunda kesin bir kural yoktu. Taraflar nikah yapılmadan önce bu konuda kendi aralarında anlaşırlardı. Beyler, başlık olarak 700-1000 gümüş ruble verirler. Diğerleri ise 300 gümüş rubleden fazla vermezlerdi. "Orusbiy " ailesi ise, 1500 gümüş ruble dahi verebilmekteydiler. Çünkü onlar bu Dağlıların en köklü beyleri ve en zengin ailesiydiler. Bunların haricinde erkek tarafı, kız tarafına bir at ve iki öküz vermek zorundaydı. Nikahı kıyan imama da bir at verilir. Eğer erkek tarafı yoksul ise sadece 10 ruble verilirdi İmama. Evlenen kimse [damat] eğer bey ailesinden ise, köy halkı düğün evine her aile başına bir büyük baş hayvan vermek zorundaydı.
Gelinin getirilmesinden birkaç gün önce müstakbel damat ve arkadaşları en güzel elbiselerini de giyerek gelinin olduğu köye, kendi akrabalarının birine ya da bir tanıdığının evine giderler. Onların geleceğinden kız tarafının da haberi vardır. Bu yüzden onlar da hazırlıklarını yaparlar. Erkek tarafından gelen misafirlerin şerefine ziyafet verilir, şölen yapılır. Yani, gelin getirildikten sonra erkek tarafında yapılan tüm şenliklerin hemen hepsi kız tarafında da yapılır. Gece geç saatlere kadar danslar, eğlenceler sürer. Ertesi gün de hazırlıklar yapıldıktan sonra gelini erkek tarafına götürmek üzere yola çıkılır. Yola çıkılmadan önce erkek tarafından gelen misafirlere sıra ikram edilir. Kız tarafından gençler, damadın arkadaşlarına birtakım muziplikler, şakalar yaparlar. Onların elbiselerini, kamalarını vs. üzerlerinde ne var ne yoksa alırlar. Aslında gelin getirileceği zamanda damadın orada bulunmaması gerekir. Gelin getirilirken de kafilenin içinde bulunmaz ve karanlık çöktükten sonra köye girer. Kendi akrabalarından birinin evinde durur ve zamanı gelinceye kadar buradan hiç çıkmaz. Damadın saklandığı bu eve "boluş üy" [2] denir. Artık gelin geldikten sonra, erkek tarafında düğün şenlikleri başlar. Düğün şenlikleri bir hafta sürer. Eğer düğün beylerin düğünü ise, on beş gün veya daha fazla sürer.
Gelinin getirildiği günün ilk gecesinde damat gizlice gelinin yanına gider. Damadın yanında arkadaşlarından biri bulunur. İkisi birlikte gelenin bulunduğu odaya girerler. Gelin oturuyorsa, ayağa kalkar ve yatağın köşesinde bekler. Gelinin başı halen örtülüdür. Damat yatağa oturur. Damadın arkadaşı, damadın çizmelerini çıkarır ve böylelikle onun görevi sona erer. Gelin ile damadı yalnız bırakarak oradan ayrılır. Damat, gelinin belindeki korseye benzeyen kuşağın düğümlerini çözmeye başlar. Bu onun için çok zor bir iştir. Çünkü kuşağın düğümleri çok küçük ve oldukça fazladır. Eskiden Karaçay-Malkarlılar, kızlarının ince belli olmaları için küçük yaşlardan itibaren bu kuşağı kızların bellerine takarlarmış. Çoğunlukla damatlar, o gece düğümleri tek tek çözmekten usanarak, kamalarıyla kuşağı bir çırpıda kesip atarlarmış. Damadın arkadaşları o gece düğünde içip sarhoş olurlar. Sonra da damat ile gelinin olduğu evi bulurlar ve onlara türlü şakalar, muziplikler yaparlar. Örneğin, evin penceresinden veya bacasından kedi, köpek, tavuk gibi hayvanları sokarak yeni evlileri korkutmaya çalışırlar. Kısacası, damadın arkadaşlarının amacı, yeni evlilerin "ilk gece"lerini burunlarından getirmektir.
Düğün şenlikleri bittikten sonra damat evi; ilk gün erkekleri, ikinci gün kadınları davet ederek onlara ziyafet verir. Kadınlar bu davete giderlerken düğün evine koyun, tavuk sıra, boza [3] gibi hediyeler götürürler. Kadınlara verilen bu ziyafet gününe "Av algan kün" [gelinin duvağının açıldığı gün] denir. Adetlere göre bu günde beylerin hanımları "Biyçe"ler bulunmazlar. O gün gelinin duvağı açılır. Damadın en yakın arkadaşlarından biri ipekle sarmalanmış bir çubukla gelinin duvağını açar ve gelin için iyi dileklerini sunar. Gelinin duvağını açan adam, bu olaydan sonra, yeni [s. 41] evlilerin atalıkları [manevi ataları] olur. Daha sonra gelinin çeyizine ve kız tarafından erkek tarafına gönderilen erkek ve kız kardeşlerine, atalığına ve analığına; baştan ayak giyinecekleri şekilde elbiseler göndermek zorundadır.
Damat bir ay veya daha fazla bir zaman boluş üyde kalır. Bu zaman sürecinde orada onun için çeşitli eğlenceler düzenlenir. Boluş üyden ayrılma zamanı geldiğinde, son defa olarak damat için büyük bir şölen düzenlenir ve herkes oraya davet edilir. Daha sonra damat kendi evine gider. Daha sonraları damat, boluş üyün bu yardımlarını unutmaz ve onlara at, koyun gibi çeşitli hediyeler gönderir. Bunlardan daha önemlisi, damat [bey ise] nüfuzunu onların yararına kullanır ve onları himaye eder.
Damat, boluş üyden ayrılarak kendi evine geldikten sonra, bu sefer gelin kendi babasının evine gider ve iki yıl orada kalır. Burada kaldığı sürece kendi akrabalarına ziyafetler verir. Gelinin akrabaları ona da türlü türlü hediyeler verir. Bu hediyeler gelinin gerçek çeyizini oluşturur. Gelin, iki yıl dolduktan sonra tekrar kocasının yanına gider. Gelin, koca evine gider yanına da; bir "Digiza" [dadı], bir "Karavaş" [kadın köle], bir de "Cemhagaza" [=Kazak: erkek köle] gider. Onlar gelinin yanında bir ila üç yıl kalırlar. Gelinin her türlü işlerine onlar bakarlar. Zaman dolduğunda geri dönerler. Digiza, gelinin yanında kaldığı sürece geline her türlü şeyi öğretir. Ev hanımlığı konusunda onu yetiştirir. Digiza ile gelin arkadaş gibidirler. Digiza, gelinin bir akrabası veya analığıdır. Karavaş ile cemhagaza ise, gelinin her türlü ayak işlerini yaparlar. Digiza, geri döndüğünde köy halkına büyük bir ziyafet verir. Bozalar, sıralar içilir. Bütün haline öküzler pişirilir [buna "uça" denir]. Digiza verdiği ziyafetten erkek tarafına da "ülüş" [pay] gönderir. Ziyafete gelen misafirler de digizaya çeşitli hediyeler verirler. Damat, 10-30 adet büyükbaş hayvan, 100-200 adet küçükbaş hayvan, değerli elbiseler ve takılar verir. Diğer beyler birer at verir, kalan misafirler de birer inek verirler. Cemhagazanın dönme zamanı geldiğinde damat ona bir at, bir at eğeri, silahlar ve elbiseler hediye eder. Anlatılan bütün bu düğün adetleri toplumun yüksek tabakasına mensup ailelerde uygulanmaktadır. Avamda ise bu adetlerin birçoğu görülmez. Bundan bir buçuk yıl önce Dağlılardaki feodal düzen kaldırıldı. Köleler azat edildi. Bu durum Dağlıların hayatını çok şeyi kökten etkilediği gibi düğün ve düğün adetlerinin de birtakım değişikliklere uğramasına sebep olmuştur. Örneğin feodal düzen kalkmadan önce, beyler evlendiği zaman halkın zorunlu olarak hediye vermesi gerekirken, artık bu zorunlu olmaktan çıkmıştır. Beylerine saygı duyanlar halen bu hediyeleri vermektedirler. Ancak kişi istemiyorsa bunu yapmamakta özgürdür. Feodal düzenin ortadan kalkmasından sonraki durum en çok beylerin rahatını kaçırdığı için onların bu durumdan pek hoşnut olmadığı görülmektedir.
Dağlılarda kadın, erkeğin sağ kolu gibidir. Kocasına kadınlık yapar, çocuk doğurur, çalışarak ev geçiminde kocasına yardım eder. Bunlarda şeriat gereği birden fazla kadınla evlenmek serbest olsa da töreler gereği yasaktır. Bu yüzden birden fazla kadınla evlenen erkek azdır. Aslında benim düşünceme göre, bunların birden fazla kadınla evlenmeme nedeni kadınlara değer verdiklerinden değil de, birden çok başlık parası verebilecek kadar zengin olmadıkları içindir. Yoksa bu ilkel insanların kadına değer verecek kadar gelişmiş zihniyetleri olduğuna ihtimal vermiyorum.
Eşler arasında boşanma oranı çok azdır boşanma olursa kız tarafına verilen başlık ve hediyeler geri alınamaz. Ancak boşanmayı talep eden kadın ise, kız tarafı başlığı ve verilen bütün hediyeleri geri vermek zorundadır. Eğer ortada çocuklar varsa, onlar babalarında kalır. Başlık parası verildikten sonra düğün bitmeden önce damat ölürse, kız tarafı başlığın yarısını iade eder.
17 Eylül 1868, Nalçik.
Dipnotlar
[1] Atalık: Karaçay-Malkar Türklerinde eskiden, soylu aileler, özellikle de beyler, çocuklarını küçük yaşlardan itibaren yetiştirmeleri için uygun gördükleri bir aileye verirlerdi. Bu aile de çocuğa kendi çocuğundan bile daha iyi bakmakla yükümlü olurdu. Çocuk büyüyünceye kadar bu ailenin yanında kalırdı. Böylece bu ailenin babası da o çocuğun atalığı [manevi babası] olurdu.
[2] Boluş üy: Damat, düğünün başından sonuna kadar kendi evlerinin dışında başka bir evde kalır. Ona ev sahipliği yapanlar damadın akrabaları veya yakın tanıdıklarıdır. Ev sahipleri damadı ellerinden geldiği kadar rahat ettirmeye çalışırlar. Damat, boluş üy ' 'de düğün şenliklerinin bitiminden sonra birkaç veya daha fazla da kalabilmektedir.
[3] Boza: Karaçay-Malkarlılarda hafif alkollü bir tür içki.
__________________________________________________________________________
N.F. Grabovskiy, Kabardin Vilayetinde Yaşayan Dağlıların Düğünü,
Çevirenler: Doç. Dr. Tatyana Hapçayeva-Adilhan Adiloğlu, Kırım Dergisi
Yıl: 3, Sayı: 10, 1995, s. 36-41.
__________________________________________________________________________