KARAÇAY-MALKAR HİKAYELERİ

Kategori: Edebiyat

Bir zamanlar iyi kalpli bir hoca yaşarmış. Hiç çocuğu yokmuş, hanımı da vefat etmiş. Hoca dünyada yapayalnız kalmış. ‘Bir başıma çok ihtiyacım mı olacak, bütün paramı hayırlı işler için harcayacağım,-diye karar vermiş.’ Evine öğrenciler alarak, onlara ders verirken, onları hem doyurur hem de evinde yatırırmış. Bir gece, öğrenciler uyuduktan sonra, eve üç hırsız girmiş ve hocadan bütün parasını istemişler. - Her şeyi alın. Yalnız bana zarar vermeyin! Hoca böyle söyleyerek, paralarını sakladığı yeri göstermiş.

KARAÇAY-MALKAR HİKAYELERİ

Çeviren: İsa Doğan

1. AKILLI HOCA
 
Bir zamanlar iyi kalpli bir hoca yaşarmış. Hiç çocuğu yokmuş, hanımı da vefat etmiş. Hoca dünyada yapayalnız kalmış. ‘Bir başıma çok ihtiyacım mı olacak, bütün paramı hayırlı işler için harcayacağım,-diye karar vermiş.’ Evine öğrenciler alarak, onlara ders verirken, onları hem doyurur hem de evinde yatırırmış. Bir gece, öğrenciler uyuduktan sonra, eve üç hırsız girmiş ve hocadan bütün parasını istemişler.

- Her şeyi alın. Yalnız bana zarar vermeyin! Hoca böyle söyleyerek, paralarını sakladığı yeri göstermiş.

Hırsızlar paraları son kuruşuna kadar almışlar, tam evden çıkacakları anda, hoca onları durdurmuş:

- Bekleyin, sizin karnınız açtır! Size bir şeyler hazırlayayım mı?
- İhtiyar, sen galiba bizi zehirlemek istiyorsun! Diyerek hırsızlar ihtiyara güvenmemişler.
- Eğer bana güvenmiyorsanız, kendiniz hazırlayın. İşte et, işte pirinç.

Hırsızlar çok acıkmış oldukları için bu teklifi kabul etmişler. Yemek hazırlanırken sen de bize bir hikaye anlat, diyerek hocaya buyurmuşlar. Hoca da başlamış anlatmaya:

- Bir zamanlar bir oduncu yaşarmış. Her gün ormana gider, sırtına bağladığı odunları, pazara götürüp satarak ailesinin geçimini sağlarmış. Bir gün koyun otlatmakta olan bir genç görmüş.
- Sürün bol bereketli olsun, ey Caş!
- Sağ olasın, iyi kalpli adam!
- Bu koyunlar senin mi?
- Benim, diye cevap vermiş genç. Babamın böyle pek çok sürüsü vardır. Biz varlıklı insanlarız!
- Evet, sürünüz baya büyükmüş, demiş iyi kalpli adam. Peki, delikanlı, söyler misin senin elinden ne iş gelir?
- Ben sadece hayvanları otlamasını bilirim.
- Hım, eğer benim tavsiyemi dinlersen, bir meslek öğren!
Aradan bir zaman geçtikten sonra oduncu, koyun otlatan genç ile tekrar karşılaşmış
- Ey genç, nasıl bir meslek öğrendin mi?
- Hayır, diyerek cevap vermiş delikanlı. Neden öğreneyim ki, ben varlıklı bir insanım.
- Baksana nasıl büyük koyun sürülerim var!
- Ey evlat, sürülerine güvenme, meslek öğren diyerek öğüt vermiş oduncu.
- Bana akıl vermek sana düşmez, ihtiyar! Diyerek hiddetlenmiş delikanlı.
- Pekala, göreceksin! Bir gün benim bu sözlerimi hatırlayacaksın! demiş oduncu.

Aradan birkaç sene geçmiş. Nasıl olduysa köyün kenarında, küçük, köhne bir kulübenin önünden geçiyormuş. Kulübeden bir bebek ağlaması geliyormuş. Kulübenin kapısından zayıf, üstünde eskimiş kıyafetlerle bir adam çıkmış. Oduncu bu adamın, koyun otlatan delikanlı olduğunu anlamış.

- Ne oldu sana böyle, caş, neden böyle bitkin görünüyorsun? diyerek sormuş oduncu.
- Oh, hiç sorma! Senin sözlerin hiç aklımdan çıkmıyor!
- Ne oldu ki sana böyle?
- Sürülerim vebadan telef oldu. Ben de böyle fakir hale düştüm. Sen bana bir meslek öğrenmemi öğüt vermiştin, ancak ben senin sözlerini dinlemedim, şimdi ise çocuklarım açlıktan ağlıyorlar, diyen çoban kendisi de ağlamaya başlamış.
- Tamam artık ağlama, demiş oduncu. Eski insanlar boşuna dememişler: Eğer yakmasını bilirsen, kar bile alev alev yanar. Yanına bir kayış al, beraberce odun kesmek için ormana gidelim.

Fakir adam sevinçle oduncunun teklifini kabul etmiş, yanına eskimiş olan deriden kayışını alarak, oduncu ile beraber ormana doğru yola koyulmuş. Oduncu iki kişilik odun keserek, çobanın sırtına ve kendi sırtına odunları yükleyerek, pazara getirmişler. Odunları satarak elde ettikleri para ile mısır ekmekleri almışlar. Oduncu ekmekleri üçe bölmüş- iki parçasını çobana vermiş, kalan bir parçayı ise kendisi almış.

- Yarın da odun kesmek için ormana gidelim, diyerek fakir adam oduncuya rica etmiş. Oduncu bu ricayı kabul etmiş. Ertesi gün yağmur yağmaya başlamış, ama oduncu sözünü tutmuş. Baltası ve kayışını alarak fakir adamın kulübesine gelmiş. Fakir adam zaten oduncuyu beklemekteymiş.

- Senin sayende dün çocuklarımın karnı doydu, demiş.
 
Oduncu ve fakir adam ormana doğru yola koyulmuşlar. Yolda yağmur gittikçe şiddetlenmiş, onlar da bir mağaraya saklanmışlar. Oduncunu baltası yanlışlıkla mağaranın duvarına çarpmış, birden bire duvarda bir şey çınlamaya başlamış. Duvardaki taşı kırdığında hayretten geri adım atmış: duvarda altın bir ayna duruyormuş.

- Ey, Caş, buraya bak, ben hazine buldum! diyerek çığlık atmış.

Fakir adam oduncunun yanına gelmiş ve birlikte duvardaki aynayı çıkarmak için baltaları ile duvarı delmeğe başlamışlar. Oduncu bütün altını üçe bölmüş.

- İki parçayı sen kendine al, demiş fakir adama, senin çok çocuğun var, bana ise bir parça yeter. Fakir adam çok sevinmiş, oduncuya teşekkür ederek altını çuvala koymuş. Oduncu da kendi payına düşen altını almış, böylece beraberce evin yolunu tutmuşlar. Yolda yürümekten yorulmuşlar, dinlenmek için oturmuşlar. İşte o zaman birden bire çobanın kıskançlığı ortaya çıkmış. Daha fazla zengin olmak istiyormuş. ‘Eğer oduncuyu öldürürsem bütün altını alırım, o zaman yine eskisi gibi zengin olurum!’ diyerek düşünmüş. Baltasını alarak yerinden fırlamış. Oduncu onun niyetini anlamış ve şöyle demiş:

- Bekle, beni hemen öldürme, bir vasiyet bırakmak istiyorum. Benim çocuğum yok, ama karım hamile. Eğer doğacak çocuğum erkek olursa, onun ismini Boluşluk koy.

Bundan sonra, çoban oduncuyu öldürmüş, bütün altını kendine almış ve tekrar zengin bir bay olmuş.

Oduncunun karısı bir erkek çocuk dünyaya getirmiş. Bay da oduncunu vasiyetini yerine getirmeye karar vermiş. Oduncunun karısına giderek kocasının vasiyetini- çocuğa Boluşluk ismi vermesini gerektiğini anlatmış. Ancak zengin adam kadına zenginliğinden en ufak bir parça dahi vermemiş. Zavallı kadın kocasının ölümünden sonra çok zor durumda kalmış, çaresiz hindi-kaz otlatmaya başlamış.

Günlerden bir gün han ordusu ile beraber bu köyden geçiyormuş. Oduncunun karısı, sokakta oynayan çocuğunu atlıların çiğnemesinden korkarak ona seslenmiş:

- Boluşluk! Boluşluk! Hoca yüksek sesle bağırmış. Öğrencileri, hocalarının yardım isteyen çığlına uyanarak hocalarına koşmuşlar.

- Bağlayın bunları!- demiş hocaları.- İşte böyle demiş, hırsızlara dönerek,- göz uzağı görür, ama akıl daha uzağını görür! Hırsızlar hocanın kendilerini kandırdığını anlamışlar. Ama her şeye rağmen şöyle rica etmişler:

- Hikayenin sonunu anlat, sonu nasıl bitiyor?
- Madem öyle, dinleyin o zaman,demiş hoca. Oduncunun karısı ‘Boluşluk’ diye çığlık atınca, han kadının yanına gelmiş ve sormuş:
- Sen yardım mı istiyorsun? Ne için yardım lazım?
- Boluşluk-benim oğlumun ismidir, demiş zavallı kadın. Atların altında kalmasından korktuğum için ona seslendim.
- Peki çocuğun babası nerede? diye sormuş han.
- Odun kesmek için ormana gitti ve geri dönmedi.
- O zaman çocuğa bu ismi kim verdi?
- Kocamın tanıdığı bir adam verdi,o zengin bir adamdır. Han bu zengin adamın çağırılmasını emreder.

Hanın hizmetçileri kısa zaman içinde oduncuyu öldüren, zengin adamı hanın huzuruna getirmişler.

- Çocuğa, Boluşluk ismini sen mi verdin? Diyerek sormuş han.
- Ben-verdim demiş zengin adam.
- Neden ona bu ismi verdin? Bana doğruyu anlat!- demiş han.
- Bu çocuğun babasının vasiyetiydi,demiş zengin adam,korkudan titreyerek.

Han gerçeği anlatması için, zengin adamı zorlamış, gerçeği öğrendiği zaman, zengin adamı asmalarını emretmiş, onun bütün zenginliğini de oduncunun karısına ve oğluna vermiş.
İşte böyle demiş,hoca hırsızlara dönerek, kıskançlık ve açgözlülük yapmayın. Ve unutmayın: kim ki başkasının atına binerse, çok çabuk yaya kalır, zira hiçbir şey gizli kalmaz, her şey bir gün açığa çıkar.

Notlar:

Boluşluk: Karaçay-Malkar dilinde, yardım anlamına gelir.
Caş: Genç, delikanlı anlamına gelir.

2.SİYAH KARTAL

Bu hikaye çok eski zamanlarda geçmektedir. Büyük ormanın kenarındaki küçük kulübesinde, kızı ve karısı ile beraber ihtiyar bir avcı yaşarmış. Bir zamanlar çok iyi avlanırmış, evine eli boş döndüğü gün olmazmış. Ancak artık çok yaşlanmış, gözleri eskisi gibi keskin değilmiş, kollarında da eski gücü kalmamış. Artık günden güne evine getirdiği av eti azalır olmuş, ailesi de artık açlık çekmeye başlamış.

Bu duruma çare olarak ihtiyar avcı şu şekilde avlanmaya karar vermiş:  ormanda gördüğü devrilmiş bir ağacın üzerine katran sürmüş ve bu katranı ağacın her tarafına iyice yaymış.   ‘Hadi rasgele, belki bir kuş belki de küçük bir hayvan buraya takılır’, diyerek aklında geçirmiş ihtiyar avcı. Aradan bir zaman geçtikten sonra tuzağı kontrol etmeye karar vermiş. Devrik ağaç gövdesinin yanına geldiğinde şaşkınlıktan olduğu yerde kalakalmışı: kurduğu tuzağa kocaman siyah bir kartal düşmüş, pençeleri katrana saplanıp kaldığı için uçamamış.
İhtiyar avcı kartalı öldürmek için ona doğru nişan alıp,‘İşte, bugün güzel bir yemek olacak’-diye aklından geçirmiş. Tam bu esnada kartal insani bir sesle konuşmaya başlamış:

- Ey iyi kalpli adam, beni öldürme! Sırtımdan üç tane tüy kopar ve bana özgürlüğümü ver...! Sana nasıl teşekkür edeceğimi göreceksin! Dilediğin her şeyi sana veririm..! İhtiyar avcı kartaldan bunları işitince çok şaşırmış.

- Hadi bakalım, kaderimizi sınayalım diye karar vermiş. Kartalın sırtından tüyleri kopardıktan sonra, pençelerini katrandan temizleyerek kartalı yine özgür bırakmış. Eve döndüğünde karısına siyah kartal hakkında her şeyi anlatmış. Ama karısı onu bir güzel azarlamış:

- Eh, seni ihtiyar budala, demiş. Kartal seni göz göre göre kandırmış! Şöyle bir düşün, o sana ne verebilir? Keşke onu yeseydik, en azından karnımız doyardı. İhtiyar avcı karısının sözlerini hiç sesini çıkarmadan dinlemiş... Sonunda ne olacağını görmek ve kaderini sınamak istemiş... Kartaldan kopardığı tüylerden birini almış, eliyle havaya fırlatmış, rüzgar tüyü alıp götürmüş, ihtiyar avcı da onun peşinden gitmiş.

Az gitmiş uz gitmiş, sonunda etrafında bir çok insanın toplandığı büyük bir sarayın önüne gelmiş. Bu insanların hepsi çalışmaktaymış: kimisi harman mahsulünü taşıyormuş, kimisi harman yapıyormuş, kimisi odun kesmekteymiş.

- Kolay gelsin, Cigitler! diyerek selamladıktan sonra. Bu saray kimin? diyerek sormuş.
- Sağolasın, iyi kalpli adam, bu saray siyah kartalındır, diyerek cevap vermişler.
- O-o!. Eğer bu sarayda siyah kartal yaşıyorsa, ondan ne isteyebileceğim konusunda bana akıl verir misiniz? Bana istediğim her şeyi vereceğine dair söz verdi!
- Şunu bil ki, iyi kalpli adam, siyah kartalın, içinde zenginliklerini sakladığı sihirli bir gobbanı (kase) vardır, diyerek cevap vermişler etrafta çalışanlar. Siyah kartaldan bu gobbanı işte! Ama bu gobban’dan bu zenginlikleri nasıl elde edileceğini sadece siyah kartal bilir.

İhtiyar avcı saraya gitmiş ve siyah kartaldan gobbanı istemiş. Siyah kartal her ne kadar istemese de ihtiyarın adamın isteğini yerine getirmiş: gobban’ı ona vermiş.

- Sen benim hayatımı kurtardın, ben de sana gobban’ı veriyorum, demiş. Eve döndüğün zaman de ki: ‘Açıl gobban! Dol gobban!’ o zaman ne olacağını görürsün.

İhtiyar adam siyah kartala teşekkür etmiş, gobban’ı almış ve eve gitmek üzere yola koyulmuş. Ancak yolda daha fazla sabredemeyerek ağzından: ‘Açıl gobban! Dökül gobban!’ sözleri çıkıvermiş.

İşte o an gobban’dan dökülen altınlar etrafa saçılmaya başlamış...altınlar pek çokmuş...! İhtiyar hayretler içinde kalmış. Ama hemen kendini toparlamış ve gobbana bütün altınları tekrar geri toplamasını emretmiş.

İhtiyar yoluna devam etmiş ve yolda zengin hanın üç oğlu ile karşılaşmış. Elinde ağır bir eşya ile ihtiyarı görünce dikkatlerini çekmiş: kim bu ihtiyar ve nereden gelip nereye gider, bu sorulara cevap aldıktan sonra ona kendilerinde misafir olmasını ve dinlenmesini teklif etmişler. İhtiyar bu teklifi kabul etmiş ve onları takip etmiş.

- Bu saray kimin? – diyerek, saray girerken sormuş.
- Bu saray babamız, Aslan hanındır,- diyerek sevap vermişler. Han ihtiyarı karnını doyurması ve dinlenmesi için buyur etmiş. İhtiyar sofraya otururken, hanın oğullarına dönerek şöyle demiş:
- Cigitler, dikkatli olun gobbanıma el sürmeyin, yoksa kötü şeyle olur! Bunu duyan han oğullarından birini yanına çağırmış ve fısıldayarak şöyle demiş:
- Bu gobban, siyah kartalın sihirli gobbanına çok benziyor. İhtiyar adamın ona bu kadar değer vermesi boşuna değil. Kimseye görünmeden git, ona benzeyen bir gobban ile değiştir, gerçek gobbanı da iyi bir yere sakla. Ben de bu zaman içerisinde ihtiyarı sohbet ederek oyalayacağım.

Hanın oğlu babasının söylediklerini aynen yapmış. İhtiyar karnını doyurmuş, dinlenmiş, gobbanını da alarak yola koyulmuş. Evine geldiği zaman, karısına övünmeye başlamış:

- Baksana, siyah kartaldan ne getirdiğime! Çok şaşırtıcı bir şey!- Böylece gobbana şöyle buyurmuş: - Açıl gobban. Dökül gobban...!  Ancak, ihtiyar ne kadar buyursa da, gobban ne açılmış, ne de içinden altınlar etrafa saçılmış... Bunu gören karısı mırıldanarak şöyle demiş:

- Senin neyine lazımdı ki bu gobban?! Onun yerine kartalın eti ve tüyü olsa daha iyiydi...! İhtiyar adam bu duruma çok üzülmüş. Neler olup bittiğini, anlayamamış... Siyah kartalın sihirli gobbanına ne olmuştu acaba?! Ertesi gün kartalın sırtından aldığı tüyden ikincisini de havaya bırakmış, rüzgar yine onu alıp götürmüş. İhtiyar da yine onu takip etmeye koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş... Birden karşısında şunları görmüş: kocaman bir otlak, otlakta otlamakta olan sayısız koyun, sığır, at sürüleri varmış. İhtiyar çobanlarla selamlaşmış.

- Sürüleriniz bereketli ve bol olsun, cigitler! demiş.
- Sağ olasın, ey iyi kalpli ihtiyar! Sana da kolay gelsin işlerinde! diyerek çobanlar karşılamışlar ihtiyarı.
- Bu kocaman sürüler kimindir?- diyerek sormuş ihtiyar adam.
- Bu sürüler siyah kartalındır, diyerek cevaplamışlar çobanlar.
- Siyah kartal bana dilediğim her şeyi vereceğine dair söz verdi... Ondan ne dilesem daha iyi olur?

- Ondan çelimsiz ve kısa boylu atını iste, diyerek cevap vermişler çobanlar. Siyah kartalın kocaman sürüleri vardır, ama bu sürülerin yavrularını bu atın içinde saklar. Eğer sen doğru söylüyorsan, siyah kartal sana bu atı verir, sen de zengin olursun. Ancak atın içinden bu zenginliğin nasıl elde edileceğini sadece siyah kartal bilir! Bunları işiten ihtiyar siyah kartala giderek ondan kısa boylu ve çelimsiz atı istemiş. Siyah kartal bu çelimsiz atın yerine değerli armağanlar teklif etmiş, ama ihtiyar kabul etmeyerek sadece atı istemiş. Siyah kartalda ihtiyara bu atı vermiş.

- Sen benim hayatımı kurtardın, ben de senin dileğini söz verdiğim gibi yerine getireceğim,- demiş ihtiyar adama. Atımı al, evine vardığın zaman, şöyle söyle: ‘açıl at! Dökül at!’ sonra neler olacağını gözlerinle görürsün.

İhtiyar adam siyah kartaldan atı almış, teşekkür ederek evine doğru yola koyulmuş. Yolda giderken yine kendini tutamamış ve ata şöyle demiş:

- ‘Açıl at! Dökül at!’

Ve birden atın içinden koyunlar, keçiler, inekler, öküzler ve daha birçok sürüler çıkmaya başlamış, bunu gören ihtiyar gözlerine inanamamış. Bir zaman sonra önünde kocaman sürüler duruyormuş. Daha sonra korkunç bir ses işitilmiş, yer sallanmaya, şiddetli rüzgar esmeye başlamış ve ormandan üç başlı Emegen koşarak kendisine doğru gelmekteymiş.

- Sen bana çok güzel sürüler hazırlamışsın, ihtiyar! diyerek haykırmış ve bütün sürüyü ormana götürmek istemiş. Ancak ihtiyar kendini kaybetmemiş ve çabucak şöyle demiş:

- Toplan at! Sakla at!

Bunları söyledikten sonra, bir anda, bütün koyunlar, sığırlar ortadan kaybolmuşlar, geriye sadece ihtiyarın yanında duran çelimsiz, bodur at kalmış.

- Uğursuz ihtiyar! Nereye sakladın bütün sürüyü? Seni öldüreceğim, diyerek haykırmış Emegen.
- Benim gibi bir ihtiyarı öldürmenin sana ne gibi faydası olur! Onun yerine sana değerli armağanlar vereyim, diyerek teklifte  bulunmuş ihtiyar.
- Senin değerli armağanlarına ihtiyacım yok! Onun yerine benim bir dileğimi yerine getireceğine söz ver, ben de seni salıvereyim, diyerek karşılık vermiş Emegen.
- Tabi ki, senin dileğini yerine getiririm, diyerek söz vermiş ihtiyar. Söyle ne yapmamı istersin?
- Onu başka zaman öğreneceksin! Ama şunu unutma: söz verdiğin şeye yerine getirmezsen, senin için çok kötü olur! diyerek haykıran Emegen, kahkahalar atarak, koşa koşa ormanın derinliklerine dalmış.

İhtiyar birden bire hüzünlenmiş. ‘Ne olduğunu dahi bilmediğim bir şey için Emegene söz verdim, acaba yerine getirebilecek miyim...’ diyerek düşünceye dalmış. Daha sonra ihtiyar yoluna devam etmiş, ama karşısına hanın oğulları çıkmış. Onu tekrar misafir olması için davet etmişler. İhtiyar daveti kabul etmek istememiş, bir an önce evine varmak istiyormuş. Ama hanın oğulları çok ısrar etmişler. İhtiyar da onları kırmak istememiş ve yine hanın sarayına gitmiş. Onu sarayda Aslan han bizzat karşılamış.

- Dikkat edin, sakın atıma binmeyi aklınızdan bile geçirmeyin, yoksa sizin için kötü olur, diyerek ihtiyar adam, hanın oğullarını uyarmış. Ahıra götürün, ahırda biraz dinlensin, demiş. Hanın oğulları hayvanı ahıra götürmüşler. Aslan han da yaşlı adama ikramda bulunmaya başlamış, daha sonra şöyle demiş:

- Sen burada otur, karnını doyur, ben de gidip oğullarım senin atınla ilgileniyorlar mı bir bakayım. İhtiyar itiraz etmemiş. Han büyük oğlunu yanına çağırmış ve ona fısıltı ile şunları söylemiş:

- Koş ahıra git. İhtiyarın atına benzeyen bir at bul ve ona ihtiyarın atındaki eğer ile koşumları tak ve o atı buraya, ihtiyara getir. İhtiyar atı için çok endişeli davrandı. Muhakkak, bir sihir vardır bu atta! Hanın oğlu atları değiştirmiş. İhtiyar evine döndüğü zaman, yine karısı ve kızına karşı övünmek istemiş.

- Bakın, nasıl sihirli bir at getirdim! Artık sanırım zengin olacağız!- Atın yelesini okşayarak şöyle demiş: - Açıl at! Dökül at! Açıl at! Dökül at! Ancak bu sözleri defalarca tekrar etmesine rağmen, attan hiçbir şey çıkmamış. Ne koyun, ne sığır varmış. Bu durumu gören karısı tekrar bağırmaya ve onu azarlamaya başlamış. Ertesi gün ihtiyar adam siyah kartaldan aldığı üçüncü tüyü de rüzgara bırakmış. Tüy rüzgarda uçmaya başlamış... İhtiyarda yine peşine düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş ve sonunda büyük bir kapının önüne gelmiş. Burada bir çok insan çalışmaktaymış.

- Kolay gelsin, cigitler!- diyerek onlara selam vermiş ihtiyar.
- Sağ olasın, iyi kalpli adam!- diyerek çalışanlar ihtiyara karşılık vermişler.
- Bu saray kimindir?- diyerek sormuş ihtiyar.
- Bu saray siyah kartalındır... Bizlerde onun hizmetçileriyiz, cevabını almış ihtiyar.
- Siyah kartal bana ne istersem vereceğini söyledi...- Ondan ne isteyeyim?
- Eğer doğru söylüyorsan, ondan asasını iste, diyerek cevaplamışlar çalışan adamlar. Pişman olmayacaksın! Biz hepimiz ona çalışıyoruz, o da bizim bütün gücümüzü bu asada toplar, orada muhafaza eder.
- Tamam o zaman, siyah kartaldan asasını isteyeceğim, diyerek karar vermiş ihtiyar.
Siyah kartal asanın yerine başka birçok değerli şeyler teklif etmiş, ama ihtiyar sadece asayı istiyormuş. Siyah kartal daha fazla ısrar edememiş.
- Tamam, bu seferde senin isteğini yerine getireceğim, demiş siyah kartal. Asamı al. Bir şeye karşı kendini savunmaya ihtiyacın olursa, ona sadece şunu söyle: ‘Zıpla asa! Vur asa!’

İhtiyar adam siyah kartala teşekkür etmiş, asayı alarak evine doğru yola koyulmuş. ‘Eh, zenginlik kazanamadım, ama en azından ihtiyarlığımda kendimi savunabileceğim diyerek düşünmüş.’ İhtiyar yolda giderken, karşısına yine hanın oğulları çıkmış. Tekrar kendilerine misafir olması için dil dökmeye, ısrar etmeye başlamışlar. İhtiyar adam bu sefer de onlarla beraber hanın sarayına gitmiş. Asasını kapının yanına bıraktıktan sonra, hanın oğullarına şöyle demiş:

- Asama dokunmayın ve ona şunları söylemeyin: ‘Zıpla asa! Vur asa!’ Yok eğer sözümü dinlemezseniz size kötü olur! İhtiyar sofranın başına oturmuş. Aslan han ise bakışlarıyla oğullarına asayı göstermiş. Oğulları hemen anlamışlar. Ve hemen gidip ihtiyarın asasını değiştirmişler. Daha sonra sihirli asayla beraber evden dışarı çıkarak asaya şöyle demişler:

- ‘Zıpla asa! Vur asa!’

Asa da o anda sıçramaya ve hanın oğullarına vurmaya başlamış. Hanın oğulların kimisi evin bodrumuna kimisi evin çatısına saklanarak kurtulmaya çalışmışlar. Ancak asa onları bularak acımasızca onlara vurmaya devam etmiş. Bu durumda hanın oğulları acıdan çılgınca haykırmaya başlamışlar. Haykırışları duyan ihtiyar ve Aslan dışarı çıkmışlar.

- Asayı durdur! Her isteğini yerine getiririm!- diyerek Aslan han ihtiyara yalvarmaya başlamış.

Ancak ihtiyar asayı durdurmak için hiç acele etmemiş. Han ise asanın oğullarını öldüreceğini düşünerek ihtiyara yalvarmaya devam etmiş:

- Sana gobbanını, atını geri veririm, ama asayı hemen durdur!
- Demek gobbanımı ve atımı sen çaldın! Diyerek haykırmış ihtiyar.

Hana çaldıklarını hemen geri vermesini emretmiş.

- Yoksa asaya hepinizi öldürmesini emrederim!- diyerek de tehdit etmiş. Çok korkmuş olan han, gözleri yaşlı olarak ihtiyarın ayaklarına kapanmış:
- Hepsini hemen şimdi geri vereceğim, ama asayı durdur!

İhtiyar son anda asayı durdurmuş. Han da ihtiyara gobbanını geri vermiş, oğulları ise atını getirmişler. İhtiyar hanın oğullarına dönerek, işte böyle çocuklar! Hiçbir zaman başkasının malında gözünüz olmasın, açgözlülük etmeyin! demiş.

İhtiyar gobbanını, asasını ve atını alarak evine doğru yola koyulmuş. Yolda giderken, müthiş korkunç bir ses işitmiş, yer sallanmış, rüzgar şiddetli bir şekilde esmeye başlamış: Emegen ormandan koşarak gelmekteymiş.

- Elime düştün ihtiyar, diyerek kahkaha atmış. Artık dileğimi yerine getirmeden hiçbir yere kaçamazsın! İhtiyar korkudan titriyormuş.

- Ne istiyorsun, söyle! diyerek güçlükle mırıldanmış.
- Kızını bana ver! demiş Emegen. İhtiyar yalvarmaya başlamış:
- Ben bunu yapamam! İşte istediğin kadar sürüleri al! diyerek : Açıl at! Dökül at! diyerek emretmiş atına. Hemen o anda sayısız sürüler ortaya çıkıvermiş.

- Bana senin sürülerini değil! Kızını istiyorum!- diyerek ısrar etmiş Emegen.
- Sana, Emegene kızımı veremem! –diyerek bağırmış ihtiyar. Altınlardan dilediğin kadarını al!- diyerek: Açıl gobban! Dökül gobban!- diyerek gobbana emretmiş. Ve o anda gobbandan altınlar dökülmeye başlamış...
- İstediğin her şeyi al, sürüleri, altınları, ancak kızımı bana bırak!
- Hayır!- diyerek bağırmış Emegen. Seni öldürürüm, kızını da arar bulur, kendime alırım! O anda ihtiyar asasını hatırlamış.
- Zıpla asa! Vur asa!- diyerek asaya emretmiş. Asa hemen sıçramaya ve Emegene vurmaya başlamış. Ama Emegen gülmeye başlamış ve ayağıyla yere vurarak şöyle demiş:
- Dur asa! Dur asa!

İhtiyar hayretler içinde kalmış, çünkü asa birden duruvermiş. Emegen ayağıyla tekrar yere vurmuş ve siyah kartala dönüşmüş. İhtiyar gözlerine inanamamış. Siyah kartal şöyle demiş:

- Sen ihtiyar, benim hayatımı kurtardın ve bana özgürlüğümü geri verdin! Ben de neye daha çok değer verdiğini görmek için seni sınamaya karar verdim: kızına mı yoksa zenginliğe mi? Ama şimdi görüyorum ki: sen iyi kalpli bir insansın, kızın senin için zenginlikten daha değerli. Ben de sana zenginliğimi verdiğim için mutluyum. Sürüleri ve altınları göstererek: Al, bunların hepsi senindir!

Bu sözleri söyledikten sonra siyah kartal gökyüzüne doğru kanat çırparak gözden kaybolmuş. İhtiyar ise bütün altını gobbana, bütün sürüleri de atına geri toplamış. Asasını da saklayarak evine geri dönmüş.

http://www.skazka.com.ru

Görüntüleme: 396